Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Kemal Kamburoğlu

Kemal Kamburoğlu

HAYATIN NABZI

Yaşasın Cumhuriyet

Yarın Cumhuriyetimizin kuruluşunun 99''uncu yıldönümü, Büyük Türk Milletine kutlu ve mutlu olsun. Bundan tam 99 yıl önce dünya tarihinin gördüğü en haklı ve en onurlu savaş olan Türk İstiklal Harbi''nin Ebedi Başkomutan Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk Liderliğinde Büyük Türk Milletince zaferle sonuçlandırılması neticesinde insan onuruna en yakışan yönetim biçimi olan cumhuriyetimiz kuruldu. 29 Ekim 1923''te büyük sevinçler ile Türkiye Cumhuriyeti''nin doğumu tüm dünyaya ilan edildi. Adı cumhuriyet olan pek çok devlet olmuştur dünyada. Örneğin 25 -30 yıl evveline kadar var olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (S.S.C.B), Afrika''da Orta Afrika Cumhuriyet, İran İslam Cumhuriyeti, Kuzey Kore Cumhuriyeti gibi. Böyle pek çok sayabiliriz. Onların adı da cumhuriyettir. Ama birinde Polit Büro hâkimdi, diğerinde bir askerî diktatör, diğerinde mollalardan oluşan bir grup, sonuncusunda da tam bir diktatör. Bir ülkenin adında Cumhuriyet olması onun gerçek bir cumhuriyet olduğunu göstermez. Peki, Türkiye Cumhuriyeti nasıl bir cumhuriyet olarak kuruldu? İşte Büyük Atatürk''ün dehası burada da kendini gösterdi. Atatürk''ün kurduğu bu cumhuriyet "ulusal egemenlik" temeli üzerine oturtuldu. Diğer bir deyişle "hâkimiyet-i millîye ya da millî hâkimiyet". Bu şu demekti "Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir." Milletten başka hiçbir kişi, kurum, zümre, aile, topluluk, yapı milletin iradesinin üstünde olamaz, millete hükmedemez. Millet, ülkenin asli sahibidir. Kısacası Türkiye Cumhuriyeti ulusal egemenliğe dayanan bir cumhuriyettir. Cumhuriyetin temelinde de "demokrasi" yatar. Demokrasi olmadan Cumhuriyetin yukarıdaki örneklerde de olduğu gibi sadece tabelasında Cumhuriyet yazar. Demokrasilerin temeli de özgür ve bağımsız irade ile her bir vatandaşın kendisini "temsilen" yönetecek olanları seçmesidir. Bu da seçimler ile olur.

 Mustafa Kemal Atatürk daha Kurtuluş Savaşı''na başlamadan Amasya Tamimi''nde milletin hiçbir sınıra bağlı kalmadan kendi egemenliğine sahip çıkması gerektiğini defalarca ifade etmiştir. Bu konuda "bireyin iradesini" esas almıştır. Bu konuda Büyük Atatürk şöyle der; "Bilirsiniz ki irade diye bir şey vardır. Bir insanın iradesi olduğu gibi insanlardan oluşan toplumların da bir iradesi vardır. İrade, vicdanın eğilimi, dileği demektir. Yani bu manevi bir şeydir. Bu manevi olan iradenin kendisini göstermesi için bir araç gereklidir ve vardır ki ona egemenlik denir. Egemenliğine sahip olamayan bir insan veya toplum hiçbir vakit iradesini kullanamaz. Egemenliğini herhangi birisine emanet eden bir insan, kendi iradesinin kullanılıp uygulanacağına güven duymaz. Bunun için insanlar, milletler egemenliklerini her zaman ellerinde tutmak zorundadırlar. Şimdiye kadar milletimizin başına gelen tüm felaketler kendi kader ve geleceğini başka birisinin eline bırakmış olmasından kaynaklanmıştır. 1923..."

Burada görülmektedir ki Atatürk özellikle egemenliğin milletin bütününe ait olduğunu, egemenliğe milletten başkasının sahip olamayacağının, egemenliğin bölünmez ve parçalanamaz bir bütün olduğunun altını çiziyor. Egemenliği, milletin seçtiği üyelerden oluşan TBMM millet adına kullanır. Özde olan millettir ve egemenlik milletin olduğu gibi yönetim hakkı da millete aittir. TBMM milletin bir kurumundan ibarettir. Milletin doğrudan doğruya kendi iradesi ile kurduğu ve her zaman değiştirilebilen bir yapı olan TBMM milletin altındadır ve milletin iradesinin bir parçasıdır. Atatürk, "demokrasinin olmadığı" bir cumhuriyeti de kabul etmez. Bu konuda kendi yazdığı "Medeni Bilgiler" kitabında şöyle der; "Demokrasi esas itibariyle siyasal niteliktedir. Demokrasi bir toplumsal dayanışma veya bir ekonomik örgüt sistemi değildir. Demokrasi maddi refah meselesi de değildir. Böyle bir nazariye vatandaşların siyasi hürriyet ihtiyacını uyutmayı hedef alır. Demokrasi özellikle siyasidir; onun hedefi milletin, idare edenler üzerindeki denetimi sayesinde siyasi hürriyeti temin etmektir. Demokrasi fikridir, bir kafa meselesidir. Demokrasi esasen ferdidir, bu ise vatandaşın egemenliğe insan sıfatı ile katılmasıdır. Demokrasi eşitlikçidir, şüphesiz bütün fertler aynı siyasi haklara sahip olmaktadırlar ki buradan da genel ve eşit rey (oy) ilkesi çıkar." Atatürk, Cumhuriyetin temelinde bireyin özgürlüğünü ve egemenliğini esas almıştır. Bu konuda da Atatürk şöyle der; "Türkiye''de hiçbir kimse fikirlerini zorla başkalarına kabul ettirmeye kalkışamaz ve böyle bir şeye müsaade edilemez. Şüphesiz fikirlerin, itikatların (inançların) başka başka olmasından şikâyet etmemek lazımdır. Çünkü bütün fikirler ve itikatlar, bir noktada birleştiği takdirde bu hareketsizlik alametidir. Öyle bir hâl elbette ki arzu edilmez. Bunun içindir ki taassupsuzluğun (hoşgörünün, toleransın) umumi bir huy olmasını temenni ederler." Görüldüğü gibi Atatürk özgürlüğün baş koşulunu da hoşgörü olarak vurguluyor. Tabii ki yeryüzünde mutlak özgürlük diye bir kavramı uygulamak hiçbir demokraside mümkün değildir. Ancak özgürlük kavramı vardır. Söz konusu temel hak ve özgürlükler de demokrasilerde Anayasalar ile güvence altına alınmışlardır. Denilebilir ki her zaman özgürlükçülüğün altını çizen Büyük Atatürk sağlığında neden tam özgürlükçü bir demokrasi kuramadı? Çok partili yaşama geçmek için denemeler yaptı ama daha cumhuriyeti bile yeni tanıyan Türkiye''nin sosyo-politik ve sosyo-ekonomik yapısı o süreçte demokrasiye müsait değildi. Çünkü yeni kurulan Cumhuriyeti yıkmak için farklı çevrelerce demokrasi kolayca istismar edilebilirdi. Önce Cumhuriyeti sağlam temeller üzerine oturtmak lazımdı, bu da başarıldı. Buna rağmen Avrupa''da totaliter rejimler en parıltılı günlerini yaşarken Atatürk yazdığı kitaplar ile Türk çocuklarına Cumhuriyeti ve demokrasiyi anlatıyordu. Genç Cumhuriyet ciddi mucizeleri de başardı. Örneğin savaş uçağı üretti yurt dışına sattı, silah fabrikası, vagon fabrikası kurdu. Nazilli Basma''dan Alpullu Şeker''e, Turhal Şeker''e kadar onlarca fabrika kurdu. Madenleri işlemeye başladı. Demir yolları yaptı. Bu ve benzeri birçok ekonomik sanayi hamlesini yaptı, tarımda büyük mesafeler kat etti. Üstelik tüm bunları Osmanlı Devletinden kalan büyük borçları da ödeyerek yaptı. Bunları başarırken memleketin okur-yazar oranı yüzde 6 idi. Yani 12 milyon nüfusun içinde sadece 720 bin insan bir yazıyı okuyabiliyor ve yazabiliyordu. Diğerleri ismini bile yazamıyordu. Öyle iller vardı ki 1000 kişide sadece 13 kişi okuma yazma biliyordu. İnsanın bunu zihninde canlandırması bile çok zor. O koşullarda Cumhuriyet harf devrimini yaptı. Anadolu halkının yani Türk insanının kullandığı Türkçe dilini her vatandaşın Türkçe harfler ile okuyup anlayacağı hale getirdi. Bir aydınlanma çağı başlattı. Büyük Atatürk''ün kültür devriminde en önem verdiği iki kurum Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu oldu. Çünkü Atatürk biliyordu ki tarihini doğru bilmeyen, kullandıkları dili yok olan milletler eninde sonunda tarih sahnesinden silinir giderler. Milletleri tarihten silmek isteyen "emperyal güçlerin" de temel hedefleri daima ve öncelikle o milletin tarihini ve dilini yok etmektir. Cumhuriyet bir kültürdür. Demokrasi ile taçlandığında da muhteşem bir kültür olur. Çünkü Atatürk''ün ifadesi ile " Cumhuriyet fazilettir." Cumhuriyetimizin 99''uncu yılı Aziz Türk Milletimize kutlu ve mutlu olsun. Hiç şüphe yoktur ki; Türkiye Cumhuriyeti Devleti asli sahibi olan aziz Türk Milleti ile birlikte ilelebet yaşayacaktır. Bunu sağlayacak olan da çelik iradeleri ile Büyük Türk Milletinin Cumhuriyete sevdalı, demokrasiye âşık faziletli evlatlarıdır. Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları