Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Kemal Kamburoğlu

Kemal Kamburoğlu

HAYATIN NABZI

Türkiye Çin modeli ile kalkınabilir mi?

Ekonomi bir matematik bilimi, ekonomik model (sistem) de pozitif bilim içinde yer alan bir yapısal olgudur. Lakin ekonomik model yalnızca matematik biliminin yol göstericiliği ile kurgulanamaz. Çünkü ekonomik modelin tayininde matematiksel parametrelerin yanında hukuk, sosyoloji, toplum psikolojisi, demografi, milli güvenlik öğreti ve parametreleri de eşit ağırlıklıdır. Zira örneğin seçilen modelde toplum uzun süre fakir bir hayat standardını yaşamak zorunda kalırsa bu durum o toplum için ciddi bir zafiyet noktasını oluşturur ve milli güvenlik stratejileri açısından hasım ülkeler tarafından kolayca istismar edilebilir. Bu gün siyasi iradenin bir model arayışında olmasının başlıca sebebi Türk Lirasının "küresel rezerv paralar- global reserve currency" ($ ve € gibi) karşısında hızla değer kaybediyor olmasıdır. Bu hızlı değer kaybının ve buna bağlı olarak artan enflasyonist sürecin daha fazla toplumsal fakirleşmeye yol açması nedeniyle yeni bir ekonomik model ile devamında da bir ekonomik kalkınmanın hedeflendiği ifade edilmektedir. Bu yapılabilir mi? Evet, çok kapsamlı bütünsel bir ekonomik programla başarılabilir. Lakin Çin modeli incelendiğinde 30 yıldan daha fazla bir süre Çin halkının günde 1 $ gibi bir ücretle çalıştığı, nüfusun çok büyük bir kısmının çok ama çok fakir, bu bireylerin tüm servetlerinin ise bir örtü ve bir yemek kabı olduğu mahallinde birçok ziyaretçi tarafından gözlenmiştir. Yine bu süreçte Çin'de milyonlarca kişinin intihar ettiği de BM raporlarında yer almaktadır. Çünkü modelin özünde Yuan'ın uzun süre (yaklaşık 30 yıldan fazla) $'ın çok altında seyretmesinin gerçekleşmesi vardı. Yuan $'ı 30 yıldan fazla bir süre sonra yakalayabilmiştir. Nitekim birkaç yıl önce bu durum gerçekleşince Çin Yuan'ı küresel rezerv para olarak kaydettirmek istemiştir. Kısacası "ucuz işgücü ile ihracatın arttırılmasına dayalı - based on increasing exports with cheap labor" Çin modeli ya da Bengaldeş modeli gibi bir model tercih edilecekse Türkiye'de 30 yıldan fazla bir süre fakirleşmenin zirveye çıkmasını da göze almak gerekir. Öte yandan Türkiye için Çin modelinde sadece göze almak da yetmez çünkü Çin bu modeli uygulamaya koyarken teknolojik alt yapısı çok kuvvetli idi. Nükleer silah üretebilen bir ülke mesela. Her türlü malı "replika" olarak yapabilecek büyük bir teknolojiye sahipti. Katı bir siyasal sistemle yönetildiği için katı bir hukuk sistemi de mevcuttu. Bütün bunlara ilaveten Çin'in yetişmiş beyin gücünün de çok fazla olduğunun altını çizmek gerekli. Tüm bu etkenlere baktığımızda Türkiye'nin sadece elindeki ucuz işgücü ile ihracatı arttırmaya yönelik ekonomik politika tercihiyle başarılı olması çok da mümkün görülmüyor. Çünkü Türkiye ile Çin'in koşulları uyuşmuyor. İlaveten bu modelde ihracatı maksimuma çıkartırken ithalatı minumumda tutmak gerekiyor. Türkiye'nin ihracat kapasitesinin %70'inin ara mal ithal ikamesine dayalı olduğunu düşündüğümüzde, bu ithalatın da yüksek kurdan döviz ile gerçekleşmesi sözkonusu iken ithalat nasıl minimumda tutulacak ki ihracat maksimuma çıkarılabilsin? Bunu da anlamak çok zor.

 

*

Ekonominin bir tanımını da kıt kaynakları optimal biçimde ve isabetli kullanarak ihtiyaçları öncelikler sırasına göre tatmin etmektir diye ifade edebiliriz. Bu açıdan bakıldığında kaynakların optimal kullanıldığı konusunda da soru işaretleri mevcuttur. Esas olan kaynakların üretim amaçlı kullanılmasıdır. Çünkü öncelikli adım faizleri indirmekten ziyade üretim yatırımlarını arttırmaktır. Bu yatırımlar arttığında üretim artar. Üretimin artması demek gelirin artması demektir. Gelirin artması demek yeni yatırımların yapılması demektir. Yani kartopu misali sürekli bir kalkınma sürecine giriş demektir. Öylesi bir süreçte faizler de zaten doğal olarak düşer. Ucuz işgücü ile dış yatırımcının Türkiye yönünde bir tercih kullanacağı değerlendiriliyor. Kur, faiz, enflasyon sarmalındaki bir ekonomide dış yatırımcı nasıl yatırım pozisyonu alacak bunu da kestirmek zor görünüyor. Ayrıca kredilendirme kuruluşlarının Türkiye'nin kredi notunu durağandan negatife geçirmesinin de dış yatırımcıyı yatırım konusunda bir kez daha düşünmeye zorlayacağı kaçınılmazdır.

Türkiye için bu gün %7 gibi bir büyüme görülüyor ama büyümenin itici unsurları göz önüne alındığında bu büyüme hızının dar gelirliliği daha dar gelirli hale getireceği yani fakirliğin artması olasılığının oldukça yüksek olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Cari fazla yaratılarak hedeflenen bir büyümenin sürdürülebilirliği çok mümkün değildir. Kuramsal olarak kalıcı ve sürdürülebilir bir büyüme yalnızca yatırım ve bu yatırımın yaratacağı üretimle gerçekleşir. Tercih edilen büyümenin kompozisyonu da ağırlıklı olarak üretim sektörünü kapsayıcı olmalıdır. Sürekli AVM vb. inşa etmekle böyle bir büyüme asla gerçekleşemez. İnşaat sektöründe devam eden ağırlık büyümeye olumlu yansımaz. Çünkü inşaat bir üretim malı değildir. İnşaat bir hizmet ürünüdür. Binayı havaya kaldırıp, taşıyıp Fransa'ya ihraç malı olarak satamazsınız. Dolayısıyla yatırım tercihleri isabetli değilse istenen büyüme uzun dönemde de gerçekleşemez. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de 2002'den 2009 yılına kadar olan süreçte ciddi bir $ bolluğu yaşadı. Aslında bu durum tozpembe bir baharı anımsatıyordu. Bu süreçte mevcut $ rezervlerini üretken yatırımlara yani fabrika kurmak gibi yatırımlara yönelmek gerekirken AVM, yol, köprü, rezidans, otel vb. yatırımlara yönelindi. Bu, tercihte yapılan bir stratejik hata idi. Yol, köprü, havaalanı gibi yatırımlar tabii ki çok önemli ve üstelik stratejik yatırımlardır. Lakin önce üretim tesisleri planlanmalı, o planlamaya ve fizibilite etütlerine göre bu tesislerin ihtiyaçlarını karşılayacak yol, köprü, liman, havaalanı gibi yatırımlar hayata geçirilmeliydi. Neyse, artık yapıldı geçildi. Bundan sonrasında bu tür planlamaların daha titiz yapılacağını umuyoruz. Öte yandan bir önemli nokta da cari fazla yaratma politikasının, sınıfsal bir tercih yaratması ve yoksullaşmayı arttırması da göz ardı edilmemelidir. Zira ucuz emek ile cari fazla politikasının reel getirisinin ağırlıkla sermaye kesimine yönelmesi olağan sonuçtur.

Özetlersek 2013 de Türkiye milli gelirde 12.500 $'ları gördü. Tekrar aynı seviyeye çıkması için kanaatimizce ekonominin doğru tercihle ve doğru planlanması kaydıyla en az beş yıllık bir süreye ihtiyacı vardır. Bütün ekonomik olumsuzluklara rağmen enseyi de karartmamak lazım, bu ülke bizim ülkemiz ve milletimiz tarih boyunca bir biçimde her zorluğun üstesinden geldiğini tüm dünyaya göstermiştir.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları