Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Kemal Kamburoğlu

Kemal Kamburoğlu

HAYATIN NABZI

Kıbrıs meselesi

Kıbrıs Osmanlı döneminden beri Türkiye için stratejik önemi çok yüksek olan hayati konuların başında gelmektedir. 1571 de, Osmanlı Orduları Kıbrıs'ı fethetti. Osmanlının son dönemlerinde Çırağan Vakasının hemen sonrasında 23 Mayıs 1878 de İngiltere Kıbrıs'ın kendisine verilmesi şartıyla Berlin Konferansında Osmanlı Devletine yardım edeceğini taahhüt etti. Bunun üzerine 25 Mayıs 1878 de Sultan II. Abdülhamit Kıbrıs'ı İngiltere'ye bırakmayı kabul etti. 1'nci Dünya Savaşında Osmanlı Devleti Almanya'nın yanında savaşa girince 5 Kasım 1914 de İngiltere Kıbrıs'ı ilhak etti. 1923 de Türkiye Kıbrıs'ın İngiltere'ye ilhakını tanıdı. 1925'te Kıbrıs Crown Colony olarak ilan edildi. 1931 de Rumların Enosis isyanı başladı. 1939 da İngiltere özerklik vaadinde bulundu. 1950 de Makarios'un Kıbrıs Rum Ortodoks Liderliği "self determinasyon" çağrıları yapmaya başladı. 1954 de Rumlar BM'e başvurdular ve Türkiye'nin baskıları sonucu reddedildi. 1955 de EOKA örgütü Kıbrıs'ı Yunanistan'a bağlamak için terör faaliyetlerine başladı. 1959 da Türkiye, İngiltere ve Yunanistan'ın garantörlüğünü onaylayan Zürih Anlaşması imzalandı. 1963 ve 1967 de Rumların Türk köylerine saldırmaları sonucunda Türkiye adaya müdahale etme girişimlerinde bulundu. 5 Temmuz 1974 de Yunan subayları EOKA-B terör örgütü lideri Nikos Sampson'u cumhurbaşkanı yapmaya kalkınca Türkiye, dönemin Başbakanı rahmetli Ecevit ve yardımcısı rahmetli Erbakan'ın müşterek kararı ile 20 Temmuz 1974 de Türk Silahlı Kuvvetleri Kıbrıs adasına bindirme, indirme ve çıkartma harekâtını aynı anda gerçekleştirdi. Adada barış ve sükûn sağlandı. Adanın güneyinde Rumlar, kuzeyinde de Türkler yerleştiler. 15 Kasım 1983 de bağımsız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin kurulduğu tüm dünyaya ilan edildi. KKTC'nin kurulması, Rum tarafının, Yunanistan'ın ve Batılı devletlerin yanısıra BM Güvenlik Konseyi'nin de tepkisini çekti. Güvenlik Konseyi, 18 Kasım'da aldığı bir kararla bağımsızlık kararını kınadı. Türkiye'ye yakın bazı devletler KKTC'yi tanımanın eşiğine gelmişlerdi ki, ABD ve İngiltere'nin baskıları ile bu kararlarından vazgeçtiler. 13 Mayıs 1984'te de BM Güvenlik Konseyi 550 sayılı kararı ile KKTC'nin ilanını ayrılıkçı bir hareket olarak tanımladı. Daha fazla tarihçeye devam etmeden söyleyelim; o günden beri pek çok uluslar arası müzakere süreçleri yürütüldü, özellikle kendisini tanımış olmaktan büyük onur duyduğum rahmetli KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş dünya çapında müzakereler yürüttü ama sonuçta Türkiye'den başka hiçbir devlet KKTC'yi tanımadı. Halen de tanıyan yok. Türkiye'nin dostu, yakını olan ülkeler var. Örneğin Azerbaycan, "iki devlet bir milletiz" diyoruz ama Azerbaycan dahi KKTC'yi tanımadı hala. Yine Filistin Filistin diye kendini yırtıyor Türkiye, ama Filistin bırakın KKTC'yi tanımayı Doğu Akdeniz meselesinde Türkiye'nin milli çıkarlarına tam zıt olarak gitti Rum kesimini destekledi, onlarla anlaştı. Biz de hala Filistin demeye devam ediyoruz. Nasıl din kardeşi isek?  Kıbrıslı siyasetçilerin söyledikleri; Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın müjdesinin böyle bir tanınmayı açıklayacağını umdukları yönünde idi. Tanınma konusunun 49 yıldır gerçekleşmemiş olması Kıbrıs Türk'ü için ciddi sorunlar yaratıyor. Seyahatlerinde ya Türkiye ya da Güney Kıbrıs Yönetiminin temsil ettiği Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu kullanıyorlar. Yabancı havayolları doğrudan uçuş yapmıyorlar. KKTC'ye seyahat zorlaşınca turist gitmiyor, üniversitelerine giren öğrencilere zorluklar çıkartan Batı ülkeleri KKTC'nin bu gelirlerini de keserek adeta onu boğmaya çalışıyor. Zaten başlıca gelir kaynakları turizm ve üniversite öğrencileri. Kıbrıs Türk halkı çok düşük gelir düzeyi ile zor ekonomik koşullarda yaşamını sürdürmeye uğraşıyor. Türkiye olarak Kıbrıs'a, KKTC'ye çok daha fazla sahip çıkmak zorundayız. Zira bu bizim bekamızla doğrudan ilgilidir. KKTC'de iş sahası açacak ve halkın refahına doğrudan katkı sağlayacak üretime yönelik yatırımlar yapmalıyız. Gerekirse bu üretilecek malları Türkiye olarak almalı ve örneğin Mersin limanı üzerinden dünyaya satmalı ve gelirini Kıbrıs'a aktarmalıyız. Kıbrıs Türk'ünü ve KKTC'yi ayakta tutmaktan başka hiçbir seçeneğimiz yoktur. Çünkü Kıbrıs adası Akdeniz'in en stratejik "müstahkem mevkii"dir. Kıbrıs adası tüm Ortadoğu'yu, Kuzey Afrika'yı, Ege'yi, Balkanları, Kafkasya'yı, Önorta Asya'yı ve Kızıldeniz havzasını "hava kontrolü altında tutan" kritik arazi arızası ve çok büyük sabit bir uçak gemisidir. İngiltere'nin Kıbrıs'ta Agratur ve Dikelya üslerinin bulunması, ABD'nin hatta Fransa'nın GK Rum Kesiminde üs kurmaya çalışması boşuna değildir. Gelişen siyasal koşullarda özellikle Doğu Akdeniz'deki hak ve menfaatlerimizin korunması açısından Türkiye'nin de KKTC'de bir deniz üssü ile bir hava üssünün bulunması şarttır. Türkiye'nin Kıbrıs'ı kaybetmesi halinde bırakın Doğu Akdeniz'de hidrokarbon çıkartmasını Antalya açıklarında balık tutması bile mümkün olmaz. Zira Yunanistan'ın en büyük hedeflerinden birisi, bir gün Kıbrıs'ı kendisine ilhak etmek ve bu yolla Türkiye'yi güneyden de tamamen kuşatmaktır. Yunan'ın Ege adalarına sürekli biçimde yığdığı askeri kuvvetlerini de düşünürsek Kıbrıs'tan da Türkiye'yi kuşatarak bidayetteki bir harekâtında Türkiye'yi iki cepheden kıskaca almayı isteyeceği ortadadır.  Bütün bu nedenlerle Türkiye'nin kendi geleceğini ve bekasını da düşünerek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine yapacağı yatırımlar stratejik önemi ve işlevi olan askeri yatırımlar ile üretime yönelik ekonomik yatırımlar olmalıdır. Ancak o zaman KKTC daha saygın, güçlü ve tanınabilir bir devlet olma aşamasına gelebilir. Tabii Yunanistan'ın ciyaklaması sonucunda Emperyal Batı buna ne ölçüde izin verir bilemeyiz. O da Türk Devletinin göstereceği dirayetli tutuma bağlı olacaktır. 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları