Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Kemal Kamburoğlu

Kemal Kamburoğlu

HAYATIN NABZI

Kazakistan olayı ve Türkiye'nin politikası 

Geçen yazımızda Kazakistan olayını analiz etmeye çalışmıştık. Bu yazımızda analize devamla özellikle Türkiye'nin koşulları nedeniyle meseleye yaklaşımını ortaya koyalım. Aslında her şey 1970'lerde Zbigniew Kazimierz Brzezinski ve Francis Fukuyama'nın teorisyeni olduğu Neo-Liberal ekonomik sistemin yarattığı "Yeni Dünya Düzeni" ile başladı. Sistemin dünyayı sarmaya başlaması sonucunda Kasım 1991 de yıkılan Berlin Duvarı ve ardından 26 Aralık 1991 de diğer süper güç olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin (SSCB) yıkılmasıyla dünya tek kutuplu bambaşka bir rotaya girdi. Yirmi yıldan fazla süre ABD'nin tek başına hükümranlık sürdüğü dünya son 10 yılda süper güç olan bir Çin ve giderek eski SSCB'nin gücüne ulaşmaya çalışan güçlü bir Rusya'yı gördü. Çin ve Rusya'nın bu konuma gelmeleri oyunda kartların yeniden dağıtılmasını mecbur kıldı. Şimdi olanlar bu güç mücadelesinde filler tepişirken çimenlerin ezilmesinden başka bir şey değildir aslında.

Kazakistan büyük yer altı zenginliklerine sahip, Türkiye'nin 3,5 kat fazlası bir yüzölçümüne sahip ve nüfusu 19 milyon. Doğalgaz, petrol, uranyum, altın gibi pek çok büyük maden rezervlerine sahip. Stratejik açıdan da Asya'nın tam da göbeğinde olan Kazakistan Çin'in "Kuşak Yol Projesi"nin merkezinde olduğu gibi, Rusya'nın küresel ve bölgesel enerji stratejisinin de merkez noktası konumundadır. Bu gün ABD'ye karşı Rusya Şahngay 5'lisi gereği Çin ile müttefikmiş gibi gözükse de aslında Rusya taktik çıkarları için ABD ile her zaman anlaşabilecek bir yapıya sahiptir. Çünkü Putin SSCB'nin dağılışını, 20'nci yüzyılın en büyük trajedisi olarak tanımlamak suretiyle eski Sovyet İmparatorluğunu yeniden canlandırma özlemini her fırsatta ifade etti yani asıl stratejik amacını. Bu açıdan Kırgızistan iyi bir başlangıç sayılabilir. Çünkü Tokayev zaten eski bir Komünist Partisi üst düzey bürokratı.

Afganistan doğumlu ve Kırgızistan'ı çok iyi bilen Esadullah Oğuz bu konuda şöyle diyor; "Orta Asya'da bir iki küçük istisna dışında hiç kimsenin Rusya'yı bir tehlike olarak görmediğini belirtmek isterim. Aksine Kazak'ından Kırgız'ına, Türkmen'inden Özbek'ine ve Tacik'ine tüm Orta Asya halkları için Rusya onları her türlü dış tehlikelerden koruyan bir büyük ağabey. Bunu Orta Asya kökenli bir gazeteci olarak son 30 yılda bölgeyi yüzlerce kez dolaşmış, bölgenin dilini, kültürünü bilen ve insanlarını tanıyan biri olarak söylediğimi belirtmek isterim. Nitekim 2018 yılında Tacikistan'ın Cınlıköl bölgesinde misafir olarak bulunduğum bir Türkmen'in evindeki aile reisi bu sorum üzerine 'İyi ki başımızda Rusya gibi büyük bir ağabeyimiz var; yoksa ABD bizi rahat bırakmaz' demişti. Maalesef, Orta Asya'da Rus hayranlığı deriye işlenen dövme gibi gönüllere ve kalplere yerleşmiş durumda. Bu elbette bir günde oluşmuş bir durum değil 150 yıllık Çarlık ve Sovyet Rus yönetiminin bıraktığı derin ve kalıcı izler. Bizim Türkiye olarak, son 30 yılda Türk dünyası için kendimizi paralamamıza rağmen, bir arpa boyu yol alamayışımızın bir nedeni de bölgedeki bu Rus hayranlığı. Benim esas korkum, Rusya'nın perde arkasında, Semey, Pavlador, Petropavıl gibi Rus nüfusun yoğun olarak yaşadığı Kuzey Kazakistan için ayrı bir statü, özerk bölge statüsünü talep etmiş olabileceği ihtimali. Bu olduğu takdirde, bölge ileride bir oldubittiyle Rusya'ya ilhak edilebilir. Tahminim, Putin'in Kazakistan'ın Rus nüfuslu Kuzey bölgesi için ayrı bir planının ve gizli bir gündeminin olduğu yönünde. Tokayev yönetimindeki Kazakistan, Putin'in eline düşmüşken Kremlin istediğini almadan bırakmayacaktır."

Görüldüğü gibi Rusya, belki de Kazakistan'dan başlayarak eski SSCB'ye doğru yol almak isteyebilir. Böyle bir ajandası olan Kremlin'in Kazakistan'dan kolayca çıkmayacağı mutlaktır. Görünürde askerini çekiyor olabilir ama Kazak Ordusunun önemli birliklerinin başına Rus generallerin koyulduğu biliniyor. Yoğun Rus nüfusunun olduğu Kuzey Kazakistan için Rus hayranlığı ve yanlılığı geçerli olsa da Kazakistan'ın tümünde bunu söylemek pek mümkün değildir. Çünkü geçen yazımızda da yazdığımız gibi "dünyaya entegre olmuş" çok iyi eğitimli genç bir nüfus var ve bu nüfusun Rus hayranı olan yaşlıların aksine yeniden SSCB rejimi gibi bir yönetimi istemeyeceği de açıktır. O durumda Rusya'nın tutumuna göre Kazakistan'da yeniden iç karışıklıkların çıkması kaçınılmazdır. Rusya'nın açıklamalarında meseleye bir terör olayı olarak bakması, Kazakistan yönetiminin de bu durumu terörle mücadele olarak vurgulaması Kazakistan'ın bir Suriye olması ihtimalini de ortaya çıkarıyor ki bu da bizim yukarıdaki iddiamızı doğrular niteliktedir.

 

                                                             *

Peki, Türkiye bu süreçte ne yapmalı ve nasıl bir politika izlemelidir? Türkiye, SSCB dağıldığından itibaren Türk Cumhuriyetleri ile bir bütünleşmeye gitmek istedi. En başta da 25 Haziran 1992 de Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütünü kurdu. KEİÖ ilk kurucuları Türkiye, eski Sovyetler Birliği, Romanya ve Bulgaristan'dır. Sovyetler Birliği'nin dağılması üzerine, Bağımsız Devletler Topluluğu olarak Rusya, Ukrayna, Azerbaycan, Moldova, Gürcistan ve  Ermenistan kurucu üye sıfatıyla katılmışlardır. Daha sonra Karadeniz'de kıyısı olmayan Yunanistan  ve Arnavutluk kurucu üye olarak katılmıştır. Başlangıçta ekonomik açıdan zayıf olan Rusya bu örgüte itiraz etmemişse de ABD bu örgütü kendisine hasım görmüştür. Süreç içinde güçlenen Rusya da giderek bu örgütü kendisine tehdit görmüş, sonuçta örgüt işlevsiz hale gelip kâğıt üzerinde tarihe bırakılmıştır. Böyle olmasının sebebi Rusya içinde bulunan Türk toplulukların Türkiye ile ekonomik ve askeri işbirlikleri içine girmesi halinde Türkiye'nin büyük bir Türk gücü oluşturması hem ekonomik açıdan hem de örneğin bir Turan Ordusu ile bölgenin baş edilmez gücü haline gelmesinden duyulan endişesidir. Yani KEİÖ'de de bir prematüre doğum yaptırılmıştır. Tam da burada bir anekdotu da aktarmadan geçmeyelim. Türkiye'nin önemli devlet adamlarından biri olan kıymetli büyüğüm Başbakan Eski Yardımcısı, Milli Eğitim Eski Bakanı Ali Naili Erdem bir canlı televizyon yayınımda şu olayı anlatmıştı; "1971 yılında iki denizaltı almak için dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Hilmi Fırat Paşa ile Almanya'ya gittik. Gündüz tören yapıldı, denizaltıları aldık. Akşam da Alman Genelkurmay Başkanı bizim onurumuza bir akşam yemeği verdi. Yemekte ben Generalin bir tarafında Hilmi Paşa da bir tarafında oturuyorduk. Hilmi Paşa Alman Genelkurmay Başkanına şöyle sordu 'Herr General siz 1945'de dümdüz olmuş bir Almanya idiniz. Üzerinden 26 yıl geçti şimdi bize denizaltı satıyorsunuz. Biz 1923'den beri hiç savaş görmedik ama bir denizaltımızı yapamıyoruz. Sizce neden?' Alman General şu cevabı verdi: "Amiral siz Türkler bu gün 50 milyon kişisiniz. 50 milyon Türk eğer sırtı pek karnı tok olursa 50 milyon silah demektir. Bunu ne dostlarınız ister ne de düşmanlarınız. O nedenle Türkiye'nin ne tam olarak yere yapışması istenir ne de tam olarak ayağa kalkıp koşması.' Bu cevabı hiç unutamam."

Türkiye, Kazakistan ile yıllar boyunca ciddi ilişkiler içinde olmuş, orada çok sayıda Türk yatırımcısının büyük, orta ve küçük yatırımlar yapmasını sağlamıştır, piyasa ekonomisine geçiş koşullarının alt yapısını oluşturmuştur. Kültürel alanda da destekleyerek orada İktisat Fakülteleri kurmuş, Türk öğretim üyeleri göndermiştir. Kazak öğrencilerin Türkiye'de okumasını sağlamış hatta Türk Harp Okullarında Kazak askeri öğrencileri okutarak Kazak Subaylarını yetiştirmiştir.  O sebeple Türkiye halk tabanında çok etkin ülkedir. Bütün bunların Rusya'yı rahatsız etmediğini söylemek mümkün değildir. Hâlbuki Türkiye, bu gün de Rusya ile de iyi geçinmek zorunda olan bir komşudur. Üstelik Türkiye'nin bir NATO üyesi olması ve ABD ve Batı Ülkelerinin hem Rusya içindeki hem de tüm bölgedeki Türklerden dolayı Türkiye'yi kullanmak isteyebileceği ihtimali de aynı biçimde Rusya'yı (hem de İran'ı) rahatsız etmektedir.

*

Türkiye, tıpkı Azerbaycan'da olduğu gibi Kazakistan'da da ön alarak etkin olmalıdır. Ama bunu Turan Ordusu kurmak istediğini söyleyerek, Adriyatik'ten Çin Seddine Türk kuşağı diyerek değil oraya bazı reform önerileri götürerek, iş dünyası ile ekonomik yatırımlarını arttırarak, diplomasinin yumuşak gücünü kullanarak ve Rusya ile sürtüşmeye girmeden yapmalıdır. Zira her düşünce yeterince güce ulaşmadan zamansız söylenmez.  Çünkü bölgesel güç olmak istiyorsanız periferinizde size bağlı devletler de olmalıdır. Bölgesel ittifakı nerede yapıyorsak orada öncelikle Türkiye'nin çıkarlarını düşünmeliyiz. Türk Devletler Teşkilatı Kurumunun Kazakistan meselesinde pek de etkili olmadığı görülmüştür. Olaylar sürecinde bu teşkilat kimsenin aklına gelmedi. Teşkilat kendisini de etkili kılamadı. Bu koşullara teşkilat da şimdilik kağıt üzerinde kaldı. Kazakistan hemen Rusya'nın liderliğindeki Kollektif Güvenlik Anlaşması Örgütü'nü devreye aldı ve askeri yardım istedi. Bütün bunların ışığında çıkan sonuç olarak, Türkiye'nin stratejik hareket tarzı bölgede kesinlikle "denge politikalarına" oynaması gerektiğidir. Bunun için de çok nitelikli diplomatlara ve bürokratlara gerek var. Zira her ne kadar nihai karar mercii siyasi irade olsa da mutfakta yemeği onlar pişireceklerdir. İyi yemek iyi aşçıdan çıkar. Türkiye'nin de bu kaynağı vardır.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları