Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Kemal Kamburoğlu

Kemal Kamburoğlu

HAYATIN NABZI

Hukuk reformu

Reform nedir? Reform; sözlük anlamı olarak yenileme, yeniden düzenleme, düzeltme, ıslahat demektir. Literatüre girişi 16. yy. da Avrupa'da Rönesans'ın düşünce yapısı üzerindeki aydınlanmacı etkisi sonucu Katolik kilisesindeki bozulmalar açıkça görülmüş ve bu bozulmaların giderilmesi amacı ile dinde yapılan düzenlemeler için kullanılmaya başlanması ile olmuştur. Daha sonra hayatın hemen her alanında yapılacak olumlu yöndeki yenileşmeler, iyileştirmeler, ıslahat hareketleri reform olarak adlandırılmıştır. Geçtiğimiz günlerde Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan hem ekonomide hem de hukuk alanında bir reform başlatacaklarını açıkladı. Bu söylem olumlu bir söylemdir. Zira hem ekonomi hem de hukuk alanında ciddi reforma ihtiyaç olduğu artık ortadadır.

 Biraz hukuk mürekkebi yalamış birisi olarak burada özellikle "hukuk alanında" yapılacağı söylenen reform üzerinde durmak istiyoruz. Açık ve net altını çizelim ki; bir ülkede olan veya olmayan her şeyin temelinde hukuk yani adalet yatar. O nedenle "Adalet mülkün temelidir" kavramı yerleşmiştir. Burada vurgulanan mülk, kişisel olan mal mülk değildir. Burada vurgulanan "mülk ifadesi devletin ta kendisidir". Anlatılmak istenen eğer bir ülkede adalet olmaz ise devletin temeli sarsılır ve devlet çöker anlamındadır. Adaletin tam tecelli edemediği toplumlarda ekonomik gelişme başta olmak üzere sosyal, kültürel, bilimsel hiçbir gelişmenin gerçekleşmesi mümkün olmaz. Adaletin kamusal alanda yasal olarak vücut bulduğu yer "bağımsız mahkemelerdir". Uygulaması yani hayata geçirilerek gerçekleşmesi ise hüküm-iddia ve savunma makamları ile oluşur. Diğer bir deyişle hâkim-savcı-avukat üçlüsü bağımsız yargının üç sacayağını oluştururlar. Hukuk düzeninde yargılamalar ceza yargısı ya da idari yargı kapsamındadır. İdari yargı genelde dosya üzerinden ve belgelerle karara giden bir yöntem izler. Ancak ceza yargısı farklıdır. Deliller, tanıklar ve en önemlisi de "takdir-i delil sistemi" dediğimiz "yargıcın delilleri takdiri" mekanizması en önemli esaslardır. Burada en etkin olgu ise "hâkimin vicdani kanaati ve yasaları yorumlaması (!)" olarak ortaya çıkar. Bugün ne yazık ki hukuk kararları ile kamuoyunu yeterince tatmin edemediği için yargıya güven konusunda ciddi sıkıntılar oluşmuştur. Yine toplumda çok tartışılan bir nokta da yargı üzerinde siyasi etkileşimlerin bulunduğu yönündedir.

Burada hemen aklımıza talebesi olmaktan onur duyduğumuz çok değerli hocam kıymetli Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Fevzi Demir'in "Siyaset hukukileşirse nezaket, hukuk siyasileşirse felaket olur" sözü geliyor. Türkiye'de ne yazık ki belki de 70-80 yıldır siyaset yargı üzerinde etkili olmaya çalışmıştır. 1980 sonrası toplumsal değerlerdeki yozlaşma ve çürüme toplumun her alanında ortaya çıkmıştır. Bu durum suçların ve suçluların artmasını da beraberinde getirmiştir. O nedenle yargının üzerindeki iş yükü, baskı ve talepler daha da artmıştır. Buna rağmen gayet iyi biliyor ve tanıdığımız yargı mensubu dostlarımızda da görüyoruz ki; yargı mensuplarının çok büyük bir kesimi insanüstü bir özveri ile adalet dağıtmaya çalışıyor, hatta mesaiden sonra koltuğunun altındaki dosya ile evine gidiyor, ailesine çocuklarına ayıracağı zamanı bir an önce adaleti sağlamak amacı ile koltuğunun altındaki dosyaya ayırıyor. Bu çok büyük bir fedakârlık değilse nedir sizce? Ancak çok ciddi hatalar yapan bir kısım yargı mensuplarının olduğunu söylemek de yanlış değildir. Kısa zaman önce yargı sistemimizdeki "hukukçu görünümlü hain FETÖ teröristlerinin yaptıkları ihanetler" toplumun hafızasında çok tazedir. Onlardan ayrı olarak bugün görevde olan bazı hâkim ve savcılar da bazen kamuoyunun vicdanını rahatsız edecek kararlar verebiliyorlar. Üstelik de birbirine zıt inanılmaz mantık hataları ile.

ÇELİŞKİ

Somut bir örnek üzerinden gidelim. Geçtiğimiz günlerde bir haber şöyle idi; eğer haber doğru ise (tekzip edilmediğine göre doğru kabul edersek) Adana'da 2017 yılında iki adam yaşlı bir kadının boğazını keserek öldürüyorlar, değerli eşyalarını alıyorlar. Sanıklar cinayetten müebbet hapis, hırsızlıktan 6 yıl 3 ay, konut dokunulmazlığını ihlalden de 1 yıl 8 ay hapis cezası alıyorlar. Sanıklardan birinin tırnağında öldürülen kadının DNA'sı da bulunuyor. 3 hanım hâkimden oluşan Ağır Ceza Mahkemesi sanıkları "bir suçu gizlemek ve cinayet" suçundan önce "ağırlaştırılmış müebbet hapse" mahkûm ediyor. Bu cezayı "iyi halden" müebbet hapse çeviriyor. Hırsızlıktan ve konut dokunulmazlığından verdikleri cezalar da var. Ancak mahkeme bu verdiği cezalara rağmen iki sanığı "yurt dışına çıkış yasağı koyarak adli kontrolle serbest bırakıyor." Tabii böylesi anormal bir karara savcılık itiraz ediyor, bir başka mahkeme sanıkları tutuklayarak cezaevine gönderiyor. Böylesi bir yargılama olabilir mi? Sormazlar mı "E, peki serbest bırakacaktınız da adamlara neden ağırlaştırılmış müebbet (yani eski ceza kanunundaki karşılığı idam) hapis verdiniz? Verdiyseniz neden serbest bıraktınız? Bu adamlar hemen kaçsaydılar adalet nasıl tecelli edecekti? Bunun sorumlusu kim olacaktı?" Böyle birçok örnekler sayılabilir. Biz doğru dürüst kürsü hâkimliği yapmamasına ve deneyimsiz olmasına rağmen çok genç yaşta Yargıtay tetkik hâkimi olanları da gördük. Elindeki dosyayı ne kadar okuduğunu bilemeyiz ama "transatlantiğe otomobil demek gibi" bir rapor yazıldığını da gördük. Yani ya okumamak, ya da okuduğunu kavrayamamak gibi bir durum çıkıyor ortaya.

ZİHNİYET DEĞİŞMELİ

 Yargıdaki önemli bir sorun da bilirkişilik müessesesidir. Yine işine çok bağlı, dürüst, fedakâr bilirkişiler olduğu kadar işini ciddiye almayan, savsaklayanlar olduğu da kamuoyundaki şikâyetlerden anlaşılmaktadır. Bu müessesenin de ıslahı gerekmektedir. Tüm bunların ötesinde bir reform da hukuk uygulayıcılarının insan kaynağı olan "Hukuk Fakültelerinde" yapılmalıdır. Hukuk Fakülteleri 4 yıldan 6 yıla çıkarılmalı, son bir yılı tıpkı Tıp Fakültelerinin "hasta başında inturn'lük eğitimi" gibi "adliyelerde duruşmalarda" uygulamalı eğitilerek tamamlanmalıdır. Sayın Cumhurbaşkanımız "hukukta reform süreci"ni başlatacaklarını açıklamakla çok isabetli bir alana yönelmiştir. Açıklama üzerine Adalet eski Bakanı ve Cumhurbaşkanlığı YİK Üyesi Cemil Çiçek şöyle dedi "Yasalardan önce zihniyet değişmeli." Evet, kâğıda yazıyı yazmakla yani Meclisin kanunları çıkartıp bunu resmî gazetede yayınlaması ile gerçekleşmesi reformu tamamlanmaz. Önemli olan yasaların sahada yani yargı kurumunda nasıl uygulanacağıdır. Hukukta hep söylenir, kötü yasa olmaz yanlış uygulayıcılar olur. Reform bir sürecin adıdır; o süreçteki zihniyetin pozitif yönde değişimidir. Zihniyet değişimi bugün başlandığında ancak üç kuşak sonra sonuç verebilen bir süreç olsa da tüm eksikliklere rağmen bir yerden başlamak her zaman iyidir.

Adalet olmaz ise mülk olmaz.

 

 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları