Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Kemal Kamburoğlu

Kemal Kamburoğlu

HAYATIN NABZI

Geçecek ama… Biz nerde yanlış yaptık?

Bu yazı yazılırken "büyük felaketin" üzerinden tam 14 gün geçmişti yani iki koca hafta. Bu iki hafta süresince başta aziz milletimiz olmak üzere tüm kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum örgütleri ve yabancı arama kurtarma ekipleri de arı gibi çalışarak depremzede vatandaşlarımızın yaralarına merhem olmaya gayret ettiler. Yaralar sarılacak, acılar geçecek elbette. Ama milletimiz bu büyük faciayı belki de yüz yıl sonra bile hatırlayacak ve içi acıyacak. Bu deprem felaketinde gördük ki dünyada insanlık henüz ölmemiş. Yine gördük ki Büyük Türk Milleti acılar ve felaketler karşısında dünyada emsali az görülen bir biçimde tek yürek, tek yumruk olabiliyor. Yani genlerimiz hala çok sağlam. Başka çok şeyler de gördük tabii. Bu gördüklerimiz de bize tokat gibi şu soruyu sordurdu; biz nerde yanlış yaptık? Nerde yanlış yaptık da böylesi bir felaket geldi başımıza? Bu soruya bir sempozyum sunumu niteliğinde verilecek çok uzun bir cevabımız var tabii ama önce ülkemizin saygın düşünürlerinden tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı hocamızın söylediklerinden bazı önemli noktaları paylaşalım.

İlber Hoca "…Ne yazık ki on ilde yaşadığımız deprem, Türkiye şehirciliğinin ve inşaat sektörünün, Türk cemiyetinin fikri yapısı, eğitimi, uzman zenginliği ve kalkınmasının çok gerisinde olduğunu göstermiştir… Belirli bir düzeyi; yani üçüncü dünyanın yapısını aşmış olan, belki de aslında öbürleri gibi yaşamamış olan bir ülkenin bünyesine yakışmayacak felaketler, Türkiye''nin jeolojik yapısından çok Türkiye yönetiminin yarım asrı aşan bir zamandır içinde bulunduğu boşvercilik, yüzeysellik, dar grupların menfaatlerinin kötü ürünü olarak ortadadır. Yerküredeki başka topluluklara göre birçok yönlerden önde olan toplumumuz hak etmediği bir yetersiz ve kötü sistemin esiri halindedir. Bu, gelişen Türkiye''nin 80 yıldan beri içine girdiği dar yapıdır… Büyüyen şehirlerde planlama, kanun hâkimiyeti tatbik edilemedi. İnşaat sektörünü sanatçı mimarlar, iyi mühendislerden çok, iş bitirici ve hatta haydut ruhlu insanlar doldurdu… Asıl önemlisi; hemen yükseleceğinden söz edilen inşaatların geniş bir denetime tabi tutulmasıdır. Bir binanın çimento ve demirinden çalınarak elde edilecek cüzi miktara bile tenezzül edilen bir memlekette toptan inşaatlarda neler beklenebilir, belli değil. Kontrolün daha geniş tutulması gerektiği gibi denetime ve müdahaleye de açık olması lazım… İmar affı artık dolandırıcılığa çevrilen bir unsurdur. Birçok müteahhit arsa üzerindeki uygunsuz yapıları vatandaşlara bile bile satmaktadırlar ve satmışlardır. İşte sonuç ortada. Yine aynı şekilde telefon şirketlerinin depreme ne kadar hazırlıksız yakalandıklarını acı bir gerçek olarak görüyoruz. Yerini kötü seçtikleri verici istasyonlar yüzünden insanlar çöküntülerin altından başkalarını arayamadı, mesaj gönderemedi… Yurttaşlık 4 yılda bir sandığa gitmek değil, her an ne olup bittiğini kontrol etmektir."

İlber Hocanın yazısı üstünden gidersek Türk şehirciliğinin müteahhitlik sisteminin Türkiye''nin sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel birikimin gerisinde kaldığı açık ve net ortaya çıkmıştır. Üçüncü dünyanın yapısını aşmış olan Türkiye''nin yönetimlerinin 60 yıldan fazla bir zamandır boşvercilik, yüzeysellik ve dar menfaat gruplarının etkisinde kaldığı bir gerçektir. Büyüyen şehirlerde şehir plancılığının ve bunula ilgili kanunların gözardı edildiği yine bir gerçektir. İnşaat sektörü sanatçı mimarların, iyi mühendislerin değil iş bitirici ve haydut ruhlu insanların doldurduğu da bir gerçektir. (İşini iyi yapan dürüst ve vicdanlı müteahhitlerimizi tenzih ederiz, onlar bu kapsamın dışındadırlar.) İki katlı eve göre yapılmış kolon ve temelin üzerine 5 kat daha çıkıp sonra imar affı ile bunları makyajlayarak satan dolandırıcı yapsatçılar da bir gerçektir. Telefon şirketlerinin abonelerine astronomik zamlar yaparak tarifeler satarken deprem bölgesinde yeterli altyapıları kurmadıklarından dolayı haberleşemeyen canlı insanların yerlerini söyleyemedikleri için hayatlarını kaybettikleri de bir gerçektir. Ama en gerçeği de yurttaş olmak demek sadece 4 yılda bir sandığa gidip oy vermek değil verdiği oyun karşılık bulup bulmadığını sorgulayıp takip edebilmektir. Peki, neden bu saydığımız gerçekler büyük felaket sonrası yine yüzümüze tokat gibi çarptı? Anlatalım. Aslında defalarca anlattık ama yine anlatalım. Bütün bu yaşadıklarımız bir zihniyetin ortaya çıkardığı sonuçlardır. Bu zihniyet, Büyük Türk Milletinin asırlar boyunca oluşmuş örf, adet, gelenek, göreneklerinden teşekkül eden muhteşem kültürünün (harsının) 60-70 yıl boyunca özellikle bozulmaya çalışılmasının sonucunda bu bozulmayı benimsemiş bir kısım kitlelerin zihniyetidir. Bütün mesele buradadır. Bu deprem biz şunu göstermiştir ki, Türkiye''nin bir zihniyet dönüşümüne ihtiyacı vardır ki bu da bizi biz yapan o muhteşem insani ve vicdani değerlerimizi de kapsayan zihniyettir.

Türkiye''nin emperyal güçlerin hedefinde olması ve emperyal yapının da Türkiye''yi ancak kültürel bir değişimle diz çöktürebileceğini saptamış olması tüm gayretlerini bu noktaya yöneltmelerine sebep olmuştur. Bu gayretler 60-70 yıl gibi bir sürede adeta bir kanaviçe gibi işlenmiş, eğitimden sağlığa, tarımdan sanayiye, müzikten sinemaya hayatın her alanında adım adım yozlaşmaya, sığlığa yönelinmesine zemin hazırlamıştır. Son 45 yılda ise Neo-liberalizmin yani "ahlaksız vahşi kapitalizmin" sosyolojik yapıda ben merkezli birey yaratması sonucu halkın çok fazla olmasa da en azından bir kısmının bu sosyo-ekonomik yapının içinde yer alması sağlanmıştır. Ne yazık ki az da olsa bu kesimin gelenek görenekle, örf adetle, merhametle, vicdanla, şefkatle, ahlakla, haram helal kavramları ile, Müslümanlığımızla, inançlarımızla çok fazla ilişkisi de olmamıştır. Bu da aldıkları eğitimin (öğrenimin değil) yetersizliği ile doğru orantılı olarak tezahür etmiştir. Köydeki hayatın yetersizliği ve siyasi amaçlar ile şehirlere akının teşvik edildiği süreçlerde köylerden şehirlere olan göçlerle yeni bir sosyolojik yapı oluşmuş, kentin çeperlerine yerleşen bu kitleler ne şehirli olabilmişler ne de köylü kalabilmişlerdir.

Göç ile gelen kesimlerin içinden bir kısmı (ki bunlar yeterli eğitimi alamamış olanlardır) yaşamlarını devam ettirebilmek için bütün ahlaki değer ölçülerinden kopmayı önemsememiş, her türlü yolla para kazanmayı, talandan pay kapmayı hayatlarının normal akışı olarak tercih etmişler, sosyoloji biliminde "lümpen proletarya" olarak tarif edilen kesimi oluşturmuşlardır. Bu kesimin içinden ciddi maddi varlıklar elde edebilenler ise burjuvazinin içine dâhil olmuş gibi görünseler de onların da yamalama ile bu kültüre sahip olmaları mümkün olamamıştır. İşte bu gün yıkılan binaların çoğunu yapanların söz konusu sosyolojik yapının içinden gelen müteahhitler veya ev sahipleri olduğunu söylemek pek de yanlış olmaz. Böylesi bir kültürün içinden gelmese iki kat için atılmış temelin ve kolonların üzerine nasıl olsa bir imar affı gelir düşüncesi ile beş kat daha çıkıp sonra da depremde belki ailesi de dâhil onlarca insanın ölmesine sebep olur muydu? Ya da böyle bir kültürün içinden gelmese ovanın ortasına eksik malzeme ile onlarca katlı rezidans yapıp yüzlerce kişinin ölümüne sebep olur muydu? Ya da böylesi bir yapıya küçük imkânlar karşılığında uygunluk onayı verip binlerce insanın ölümüne sebep olur muydu? Ya da zemin kattaki alanı büyütüp, mağazayı genişletmek için kolon keser miydi? İşte milletçe yanlışı da tam burada yaptık ve az da olsalar bu söz konusu kesimi hayatımızın içine kabul ettik, milletçe onlara yanlışlarını söylemedik, olumlu görerek bu kesime alan açtık, bazı kimseler bu kesimler için övgüler düzebildiler. Hâlbuki bu söz konusu kesimin de milletimizin bir parçası olduğu gerçeğinden hareketle onların hatalarını ortaya koyarak daha başlangıçta gerçekten eğitilmelerini sağlayabilseydik onlar da bu günkü yanlışları yapan kimseler olmazlardı. Hem de emperyal yapıların ülkemize yönelik hasmane gayretlerinden birini de boşa çıkartmış olurduk. Milletçe burada hata yaptık. Devletimiz büyüktür, güçlüdür. Bu büyük felakette on binlerce ölüme sebep olan herkes için mutlaka hukuki gereğini yapacaktır tabii. Ancak esas olan bu büyük felaketten ders alıp mutlaka eğitim ile büyük bir zihniyet değişikliğine gitmektir, başka yol da yoktur. Yüce Allah depremde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza rahmet eylesin, yaralılarımıza da acil şifalar versin, milletimize bir daha böyle felaketler göstermesin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları