Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Kemal Kamburoğlu

Kemal Kamburoğlu

HAYATIN NABZI

Gazetecilik vicdanı

25 yıldır köşe yazısı yazan, 23 yıldır ekranda olan ve TV yöneticiliği yapan bir medya mensubu olarak "vicdan"ın hayatta en başta gelen insanlık niteliği olduğunu düşünürüm. Vicdan sahibi olmak bir insanı insan yapan hasletlerin en başında gelenidir. Geçtiğimiz hafta Türkiye "Elmalı Davası" olarak isimlendirilen dava ile yerinden oynadı. Hepimiz bu akılalmaz ve iğrenç olaya bütün benliğimizle tepki gösterdik. Ben de hem ahlaki açıdan (ki bu durum değerlerimizin çürümesinin dip yapması demekti) hem de biraz hukuk mürekkebi yalamış biri olarak hukuki açıdan çok sert tepkiler içeren yazımı kaleme aldım. Yazıyı geçtiğimiz Çarşamba akşamı yazıp bizim yazı işlerine gönderdim. Yazı Cuma günü gazetede çıkacaktı. Perşembe günü sabah tesadüfen televizyon ekranlarında konunun tartışıldığını görünce dikkatle izlemeye başladım. Gazeteciliğine ve haberciliğine güvendiğim kardeşlerimden biri olan Sevilay Yılman'ın ekranda açıkladıklarını duyunca çok ciddi bir endişeye kapıldım. Çünkü dava dosyasını görmemiş ve mevcut bilgileri medyadan öğrenmiştim. (Gerçi iptal ettiğimiz yazımda da dava dosyasını okumadığımı, bilgileri medyada çıkan haberlerden edindiğimi ve hemen her iddia için "eğer doğru ise" şerhini düştüğümün de altını çizeyim.) Şerh koymama rağmen okuyucunun insan psikolojisi gereği "eğer haber doğruysa" şerhini çok dikkate almadan yazının konusuna odaklanacağını düşünerek yanlış yargıya kapılabileceğini de düşündüm. Kendi kendime şu soruyu sordum; acaba ben de gerçek olmayan bilgilerin etkisinde kalarak yanlış bir yazı mı yazıyorum? Bunun vebali büyüktür, çünkü haksız biçimde insanları suçlamak, hele böylesi üzerine titrediğimiz küçük çocuklarımızın söz konusu olduğu bir meselede toplumu yanlış yönlendirmeye sebep olanlardan biri olmak asla ve asla düşünemeyeceğim bir durumdur. Zira Sevilay Yılmam yayında elindeki dava dosyasına ait savcılığın ve mahkemenin evraklarını göstererek; "Bunları temin ettim, sabaha kadar okudum ve durumun hiç de medyada ve sosyal medyada çıktığı gibi olmadığını, önemli farklılıklar olduğunu, burada en masum kişinin üvey baba olduğunu, annenin ise zaten hapiste olduğunu" vb. ifade etmişti. Bu sözler benim yazdığım yazıyı geri çekmem için önemli bir gerekçe idi. Hemen gazetenin yazı işleri müdürümüze telefon ettim ve gerekçesini de anlatarak yazıyı yayına koymamalarını rica ettim. Sağolsun yazı işleri müdürümüz de yazıyı yayına koymadı. Öte yandan yayınlanmayan o yazımda yalnız anne ve üvey babayı değil, tutuksuz yargılama kararı veren mahkeme yargıçlarını da çok ciddi eleştirmiştim. Hâlbuki yakından biliyorum ki Türk yargısının çok büyük çoğunluğu onurlu, vicdanlı, namuslu hâkim ve savcılardan oluşmaktadır. Dostluklarından onur duyduğum birçok hâkim ve savcı arkadaşım adaleti en erken biçimde ve en doğru olarak tecelli ettirmek için kendi sağlıklarından bile fedakârlık ediyorlar, ailelerine çocuklarına ayırmaları gereken zamanı bile adaleti tecelli ettirmek için görevlerine ayırıyorlar, dosyaları bazen evlerine bile götürüp üzerinde çalışıyorlar. Bu tür hâkim ve savcılarımız iyi ki de varlar. Habercilik de köşe yazarlığı da gazeteciliğin önemli görev dallarındadır. Köşe yazarlığı belli bir birikimi, belli bir deneyimi gerektirir. Çünkü özellikle köşe yazarlığı bir tür "kanaat önderliği"dir. Toplumdaki bireyler sizin görüşlerinizden etkilenerek düşüncelerini oluştururlar.  Gazetecilik, özellikle de köşe yazarlığı tıpkı yargıçlık gibidir çünkü toplumsal hükmün verilmesinde en önemli etkenlerden birisidir. Bu nedenle gazeteciler, köşe yazarları tıpkı yargıçlar gibi kalemini çok adil biçimde, sadece kendi aklının ve kendi vicdanının sesini dinleyerek kullanmalı, yalnızca inandığını yazmalıdırlar. Aksi halde günümüzde sıkça görüldüğü gibi sadece maddi çıkarlar uğruna çantacı, aracı tipler haline gelirler ki bu durumda gazeteci değil ancak gazeteci müsveddesi olunur. Gazeteci güçlünün değil gerçeğin peşinde koşan insan olmalıdır. Doğru olduğuna inandığı anda güçlünün de zayıfın da hak ve hukukunu adil ve eşit biçimde ifade edebilmelidir. Doğruya doğru, yanlışa da yanlış diyebilmelidir. 70 yıl önce Sedat Simavi'nin söylediği ünlü bir söz vardır; "Kalemine daima efendi kal, uşak olma. Mecbur kalırsan kalemini kır ama sakın satma."  Tabii bunlar bir tercih meselesidir ve tercihleri insanın hayattaki yerini belirler. Elmalı davasına gelince; çocuklarımız bizim ülkemizin geleceği ve varlığının devamıdır. Onları her türlü kötülükten, yanlıştan korumak hepimizin ortak görevidir. Devletimiz sözkonusu iki küçük evladımızı korumaya almakla çok doğru bir uygulama yapmıştır. Ne yazık ki toplumumuzda daha duymadığımız kim bilir kaç çocuk bu tür tacizler ile karşılaşıyor. Bütün bunlar aslında değerlerimizin ne denli çürüdüğünün hatta dip yaptığının en açık göstergeleridir. Daha önce de defalarca yazdım; emperyal güçlerin hedef ülkeler için en öncelikli gayreti o toplumların "değerlerini" yok etmektir. Bu değerler sadece inançsal değil, inancımızın da içinde var olan insani değerleri içeren ar, namus, onur, haysiyet, vicdan, ayıp, günah gibi duygular olup "ahlakın temel taşlarını" oluşturan değerlerdir. Ahlak sadece bir "dini inançlar manzumesi" değildir, daha büyük bir insanlık kavramıdır ve bütün inançların özünü oluşturur. Rahmetli Anneannem namazında niyazında çok inançlı bir Müslüman'dı ve hiç unutamadığım sözlerinden biri de şu dur; "Allah utanan kulunu utandırmasın."  Evet, utanmak ne büyük bir kavram! İnsan yaptığı yanlış işten bir utanma duymuyorsa, sıkılmıyorsa, ruhunda bir rahatsızlık hissetmiyorsa ya da kendi iç dünyasında o yaptığı yanlışa karşın gerekçeler üretiyor ve kendini kandırıyorsa o kişi aslında insan değil sadece bir yaratıktır. Ama bu da bir erdem meselesidir ve tamamen kişinin doğduğu andan itibaren beynine kaydettikleri ile paralel bir tezahürdür. İnsan çok zengin olmayabilir tersine fakir de olabilir ama asil olmak işte o erdem sayesinde olur. Rahmetli Anneannem o konuda da şöyle derdi; "Koyma asaletle asalet olmaz." Değerleri yok olan toplumlarda değerlerini kaybeden bireyler insandan başka varlıklara dönüşürler ve kaçınılmaz son olarak o toplumlar tarihten silinir giderler. İnsanlık tarihi bunun örnekleri ile doludur. Milletimiz bizi biz yapan değerlerimizi asla kaybetmemeli, kaybolanları da hızla yerine koyma gayreti içinde olmalıdır. Asıl beka sorunu budur.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları