Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Kemal Kamburoğlu

Kemal Kamburoğlu

HAYATIN NABZI

Ekonomik reformlar

Tüm dünya gibi Türkiye de bir pandemi sürecinden geçiyor. Pandemi dünya ekonomisini çok ciddi biçimde sarstığı gibi Türkiye'nin ekonomisini de ciddi biçimde sarstı. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde pandemi büyük ekonomik ve sosyal sıkıntılara yol açtı lakin ekonomi kurumları doğru ve sağlıklı olduğu için pandemi sürecinde sosyal yapıların mali açıdan daha az etkilenmesi mümkün oldu. Yoksa o ülkelerde de işsizlik arttı, dükkânlar, mağazalar kapandı, geçim sıkıntısı oldu ancak devletlerin ekonomi sistemlerinin temeli sağlam olduğundan mali güçleri ölçüsünde vatandaşlarına ciddi destekler sağladılar. Bu destekler de pandeminin sosyal sürecinin daha yumuşak geçmesine imkân verdi. Gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkelerin arasında en ciddi fark da bu noktada çıktı, yani "temel ekonomik sistemlerde." Peki, neydi bu sorun?

Daha önce de yazdık ama yine de anlatalım. Emperyal Batı, ele geçirmek istediği ülkelerde 40-50 yıl evvelinden itibaren bir ekonomik modeli enjekte etmeye başladı. Bu model "Neoliberalizm" idi. Neoliberalizm aslında "vahşi kapitalizmin" akademik sosla süslenmiş adından başka bir şey değildi. Emperyal Batı, ele geçirmek istediği ülkelere bu ülkelerin içinden belli bir bedel karşılığında bulduğu akademisyen, gazeteci, sanatçı gibi kanaat önderleri ile toplumu hazırlayıp sonra da ithal ettikleri şahsiyetlerle hedeflerine ulaşmaya çalıştılar. Emperyal Batı şunu çok iyi biliyordu, toplumun gelir düzeyi çok aşağılara düşerse insanların egoları tahrik edilir, değerleri de büyük ölçüde yok edilirse bireylerin birçoğu para kazanmak, ihtiyaçlarını gidermek için meşru-gayrimeşru birçok yolu denerler. Hele ki eğitim düzeyi yeterli olmayan toplumlarda. Bir müddet sonra bu yol tamamen meşru kabul edilmeye başlanır, adı da "iş bilirlik" olur. Hatta politikacılar da "benim memurum işini bilir" fikrini topluma deklare etmişse toplumun önemli bir kesimi için artık yol açılmış olur. Siyasi iradeler de iktidar uğruna bu yola hukuki zeminlerde rahatlatıcı süreçler ortaya koymuşlarsa sonuçta ekonomik sistem ciddi ölçüde yozlaşmaya ve çöküşe doğru yol almaya başlar. Buradaki en önemli kavşak, yozlaşmayı durduracak balans sistemlerinin de siyasi iradeler eli ile ortadan kaldırılmış olmasıdır. Neoliberalizmin önündeki en etkili "balans"lardan biri de "Kamu İktisadi Teşekkülleri"dir. Türkiye ne yazık ki 40 yıl içinde Neoliberalzmin en popüler ve sihirli argümanlarından olan "özelleştirme" kavramı ile elindeki KİT'leri satmıştır. Hâlbuki KİT'ler hem üretim açısından hem işsizliği önleme açısından hem de yeni yatırımlara kaynak oluşturmak açısından "sosyal devletlerin" en önemli enstrümanlarından biridir. (Kimse KİT'ler zarar ediyordu, o nedenle satıldı demesin. Siyasi iradeler o kitlerin "fizibilite etüt rasyonalitelerine" sadık kalsalardı kitlerin zarar etmesi matematik ve ekonomi realitesi olarak imkânsızdı.) Bu "Kamu Kuruluşları" pek çok açıdan stratejik de olabilirler. Örneğin limanlar, barajlar, rafineriler, silah fabrikaları, yeraltı enerji üretim tesisleri, su kaynakları, havaalanları vb. gibi ülke güvenliği açısından çok önemli kuruluş ve tesisler de olabilirler. İngiltere, ABD gibi "Neoliberalizmin" doğuş ülkesi olan ülkelerde bile bu tür "kamu kurumları" vardır ve asla satılamaz, özelleştirilemez. Çünkü ya ulusal güvenlik açısından stratejiktir ya da ekonominin sosyal balansıdır. Örneğin Çin, ABD'de bir limanı değerinin üç katını vererek satın almak istediği halde ABD Kongresi satışa izin vermemiş ve liman satılamamıştır.

Bugün yaşanılan ekonomik sıkıntıların temelinde "ekonomik sistem tercihi" mevcuttur. Uygulanmakta olan ekonomik sistem "üretim odaklı" değil, "tüketim odaklı" olup, ihracattan çok "ithal ikamesi" sistemine endekslidir. Çünkü daha önce de defalarca yazdığımız gibi Türkiye ekonomisi geçtiğimiz 40 yıl öncesinden "tarım ve sanayi" üretimi ağırlığından "hiçbir emtia üretmeyen hizmetler sektörü" ağırlığına evrilmiştir. Sorunun temel kaynağı budur. Üretmeyen ve ürettiğini satamayan toplumların zenginleştiği dünya tarihinde görülmemiştir. Üreten kesim ve mekanizmaların giderek azaldığı toplumların ise refaha ulaşması eşyanın tabiatına aykırı bir durum teşkil eder, mümkün değildir. Ekonomi ile siyaset tavukla yumurta hikâyesi gibidir. Hem iç hem de dış siyaset toplumun ekonomik refahını sağlamak için yapılır. Ekonomik refah ise siyasetin tercihlerinin doğruluğu ya da yanlışlığı ile doğru orantılı olarak artar veya azalır. Ekonomik hayat sıkışınca toplum olumsuz etkilenir. Örneğin piyasa ekonomilerinde fiyatlar genel düzeyini arz ve talebin birbirlerine orantısı belirler. Bir mal kıt, o mala talep yüksek ise fiyatlar genel düzeyi yükselir. Bireyin geliri aynı oranda yükselmez ise ekonomik refah düzeyi düşer. Bazen ekonomik sisteme egemen olan sermaye mal arzını kısar ve fiyatlar genel düzeyini yukarıya çekebilir. Ya da başka sebeplerle üretim oranı düşebilir. O durumda sosyal devletlerde "balans sistemi" durumunda olan kamu üretim tesisleri kapasitelerini artırırlar ve toplumun genel ihtiyaçlarını karşılarlar. Bu durum "planlı ve karma ekonomilerde" temel unsurdur.

Pandemi süreci de göstermiştir ki; Türkiye, Karma Ekonomik Sisteme dönüş yaparak Devlet Planlama Teşkilatı'nı yeniden revize edip aktive etmeli, 5 yıllık kalkınma planlarını yeniden yapmalı, gerek tarımsal gerekse sanayi bazlı üretimi yeniden ve hızla hayata geçirmeli, bir an önce "hizmetler sektörü kalkındırır" aldatmacasından vazgeçmeli ve küçük esnafını hızla canlandıracak hukuki zemini hayata geçirmelidir. Büyük zincir marketler Türkiye gibi ekonomisi gelişmekte olan ülkelerin ekonomik gelişmesinin önünde büyük bir engel olduğu gibi, mahalle dayanışması, toplumsal bağlılık gibi değerlerin ortadan kalkmasında da ciddi sebep olmuşlardır. Avrupa bizden daha mı az akıllı da en yakın marketin şehrin 30 km. dışına kurulmasına ancak izin veriyor? Paris'in içinde tüm malların satıldığı bir tek dev market var mı acaba? Varsa da biz görmemişiz demek ki. Toplumu ayakta tutan "orta direk"dir. Orta direğin mutlaka tekrar ayağa kaldırılması elzemdir. Karma Ekonomik Sistemde özel sektör de tabii ki olmalı ve gelişmesine teşviklerle destek de olunmalı. Ama özel sektör yatırımlarını kendi öz sermayesi ile yapmalı. Madem ticaret yapıyor, ticaretin risklerini de üstlenmeli. Ha, teşvikler de yatırım amacı dışında kullanılırsa hukuki gereği yapılmalı. Yabancı sermaye de tabii ki olmalı, gelip yatırım yapmalı. Ama bu yatırımlar kesinlikle üretime yönelik olmalı ve milletin refahına katkıda bulunmalı. Gel, parsayı kap sonra git olmamalı. Sistemde yerli ve millî olmak da esas alınmalıdır. Örneğin bugün ülkemizin savunma sanayisinde geldiği nokta ile milletçe iftihar etmekteyiz. Bütün bunların sonucunda ortaya çıkan ise şudur; milletimizin refahı için temel bir ekonomik sistem değişikliği şarttır ve kaçınılmazdır. Siyasi iradeler ülke için bunu başarmak zorundadırlar. 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları