Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Kemal Kamburoğlu

Kemal Kamburoğlu

HAYATIN NABZI

Ekonomik gündemin analizi

Perşembe günü asgari ücret 4.253 TL olarak Sayın Cumhurbaşkanı tarafından açıklandı. Bu rakam asgari ücrette % 50.54 lük bir artış getirmiş oldu. Ekonominin bu günkü koşullarında ve bu günkü imkânlarla oldukça yüksek bir artış oranı gördük. Her ne kadar dolara endekslendiğinde 2021 Ocak ayındaki satın alma gücünde olmasa da asgari ücretlilere biraz olsun nefes alma imkânı verecektir. O nedenle yapılan zammı hiç küçümsememek gerekir. Ha yeterli midir, yeterli değildir ayrı konu. 2021 Ocak ayındaki dolar karşısındaki satınalma gücünde olabilmesi için 6500 küsur TL gerekiyordu. Ama siyasi iradenin elindeki imkânın bu kadar olduğu anlaşılıyor. Aslında mesele 4 bin küsur, 6 bin küsur ya da 10 bin küsur olması filan da değildir. Asıl mesele GSMH'nın adil olmayan dağılımı ve Türk Lirasının satınalma gücü ile ekonomik konjonktüre olan güven meselesidir. Çünkü ekonomide esas ilke ekonominin temel yapısına duyulan güven ve bu güvenin sürdürülebilirliğidir. Bunun temelinde de çok basit biçimde her alanda "oluşan arz-talep dengesi" görülür. Bu gün sürekli yükselen bir döviz kuru ile karşı karşıyayız. Kurun yükselmesi ile altın fiyatları da yükseliyor. Gr. altının yükselme nedeni hem ülke içinde hem de paralel olarak dünyada yükselen enflasyondur.

Yükselen enflasyon karşısında vatandaş değer saklama aracı olarak güvenli liman arıyor ve uzun vade için altını tercih ediyor. Altındaki yükselmenin bir nedeni de kredi genişlemesidir. Ancak artan enflasyon oranlarında ister kredi ile ister başka araçlarla vatandaşın altına yönelmesi gelecek için riskler taşıyabilir. Kredi genişlemesi orta gelir gruplarının elinde kullanılırsa ekonomi canlanabilir ama kredi genişlemesi yüksek servet sahiplerince alınır ve altına evrilirse o zaman ekonominin çarkları dönmez. Döviz tevdiat hesapları da 60a 40 oranında bir genişleme gösterdi. Bunun sebebi yine halkın ekonomik yapıya güvenmeyip parasını dövizde tutmasıdır. Döviz yasak olsa bu sefer de vatandaş altına yönelir. Tabii Allah muhafaza piyasa ekonomisinde döviz yasaklandığında ekonomi derhal çöker o da ayrı bir konu. Türkiye'de aslında bankaların rasyoları yeterli ama vatandaşın ekonomiye güven sorunu var. Zira burada kur geçişgenliği çok yüksek. Kurdaki artış enflasyonu doğrudan etkiliyor, maliyet enflasyonu ortaya çıkıyor. Bu da döviz kurunun enflasyon beklentilerini tahminde çok etkili kılıyor. Öte yandan ithalat da döviz ile yapıldığından, Türkiye'nin ihracatının %70inin de ithal ikamesi ile sağlanması döviz kurlarının üretim ve ihracat oranlarını doğrudan etkilediği gerçeği ortaya çıkıyor. Bu da hem kapasite kullanım oranlarını hem de işgücü oranlarını doğrudan etkiliyor. Kur geçirgenliği ekonomisi kaygan ülkeler için çok önemli. Gelişmiş ekonomilerde mesela $ /& çapraz kurunda olan geçirgenlik çok etkili olmaz. Çarşamba akşamı FED faiz raporunu açıkladı. Politika faizini değiştirmedi, 0-0,25 aralığında sabit bıraktı ama Mayıs'tan önce üç kademeli bir açıklama da yapabileceğini belirtti. FED'in bu kararı Türkiye'yi ne ölçüde etkiler denirse şu anda Türkiye'de yabancı yatırımcı olmadığı için pek etkilemez. Yani FED bir faiz artırımı yaparsa Türkiye'de pek yabancı yatırımcı olmadığından çıkıp gitmesi negatif bir etki yapmaz. Buna karşın Türkiye için olumsuz yönü Türkiye'de ekonomide işler iyi gitse bile ABD'deki faizin yüksekliği nedeniyle yabancı yatırımcı Türkiye'ye yatırım konusunda pek istekli olmayabilir. Öte yandan globaldeki faiz artırımı yerli yatırımcı için olumsuz sonuç yaratır. Şirketler alacaklarını daha geç tahsil ederler, stoklarını daha geç eritirler vb. Bu durumda şirketler kredi kullanma seçeneğine gidebilirler o zaman da batma riski ile karşılaşabilirler. Çünkü sürdürülebilirlik çok önemlidir. ABD de faizin artması Türkiye'nin dış borçlanma maliyetini de arttırır. Dış borçlanmanın normal çizgisi 200 baz puandır. Türkiye'de siyasi bir çalkalanma ŞBS lerin (Yurt dışında yerleşik kişilerin elindeki şirket borçlanma senedi) 200 baz puanın üstüne çıkmasına sebep oluyor. Bu durumda daha pahalıya borçlanıyoruz. Çünkü geri ödeme riski artıyor.

ABD'de faizler artınca 200 bazın üstüne biniyor, İngiliz bankası bir de risk artış puanı koyduğunda daha pahalıya borçlanma ortaya çıkıyor. Bu risklerin arka nedenine baktığımızda Türk Lirasındaki değer kaybı görülüyor. MB'nın temel görevi fiyat istikrarını sağlayarak Türk Lirasının itibarını korumak ve değerini yükseltmektir. Bu da ancak duyulan güvenle sağlanır. Çünkü sonuçta para üzerinde rakam yazan bir kâğıt değişim aracı. Onu değerli kılan ona olan güvendir. Eski dönemlerdeki gibi altın karşılığı para basmak sözkonusu değil günümüzde. TL'ye olan güven artarsa döviz mevduatları da bir ölçüde TL'ye dönebilir. Yatırıma yönelik kredi faizlerini indirmek bunun için bir yoldur ama bu kredilerin altına ve dövize kaçma riski de vardır. TL'ye olan güvenin artması ekonomik istikrarın sağlanması ile gerçekleşebilir. O zaman orta ve uzun vadede döviz /TL dönüşümü olabilir. Döviz kurlarındaki oynaklık ve yükseliş, üretimi dolayısıyla ihracatı  olumsuz etkiliyor. Yukarıda da yazdığımız gibi Türkiye'nin ihracatının %70'i yurt dışından döviz ile ithal edilen ara malının mamul yani nihai ürün haline getirilerek satılması ile oluşuyor. Kapasite kullanım oranlarımız % 80'lerde olduğu halde Türkiye'nin ihracatında yüksek teknoloji ürünlerinin payı %2.7, orta-düşük teknoloji ürünlerinin payı ise %30. Halbuki bizimle aynı segmentte olan Malezya'da ileri teknoloji ürünlerin ihracattaki payı %50,9 Vietnam'da %40 olarak görünüyor. Bu ürünleri arttırmak için ise yatırım yapmak şarttır. Yüksek kur devalüasyonu da ortaya çıkarıyor. Türkiye'de %5 devalüasyon olsa bu kamuya 1,9 trilyon lira ek borç yükü getiriyor. Maliye Bakanlığı verilerine göre toplamda ise sadece kamu borcu üzerinden 2.2 trilyon yük getiriyor. Para basarak likidite bolluğu ile bunu aşmak da pek mümkün değildir. Bütün bu sorunlar sağlıklı ekonomik politikalarla aşılabilir. Ama önce ekonomide sağlıklı ve güven veren bir yol haritası çizilmelidir. Hem vatandaş hem de yatırımcı önünü görebilmelidir. Özelleştirilmelerin olduğu neo-liberal ekonomik sistemden vazgeçilmeli, kalkınma planlamasına dayalı karma ekonomik sistem tercih edilmelidir. Son olarak da Japon Nomuro Bankasının hazırladığı rapora değinelim.

Raporda siyasi iradenin 5 aşamalı bir plan ile seçimlere gideceği ifade ediliyor. Planın basamakları Mali paket / Asgari ücret artış, Faiz indirimleri / kredi büyümesi, Dolar kuruna TCMB ve kamu bankalarının müdahaleleri, Dış politika vakası, Olağanüstü hal ilanı olarak belirtilmiş. Burada en kritik konu Dış politika vakası ve OHAL ilanı. Düşündük ne tür bir dış politika vakası olabilir ki? Bir savaş filan olacak değil ya. Bize anlamsız geldi. OHAL ilanına gelince bu konuyu durup dururken Prof. İzzet Özgenç ortaya attı, sonra da özür diledi. Ekonomi çevreleri de tepki göstererek iddiaları reddetti. Siyasi irade adına da Numan Kurtulmuş "Saçma sapan bir iddia. Kimsenin aklından OHAL geçmesin." dedi. Doğrusu da budur. Vatandaş her zaman özgür bir ortamda adil bir seçimi yeğler. Sonuçta düşünüp taşınıp nihai kararı yine vatandaş verecektir. Bu tür konularda Türk halkı çok duyarlı olduğundan OHAL filan gibi konuların bumerang olma olasılığı da yüksektir. Türk halkı seçimler konusunda iyi bir teraziye sahiptir.

 

 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları