Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Kemal Kamburoğlu

Kemal Kamburoğlu

HAYATIN NABZI

Ekonomide büyüme mi kalkınma mı?

TÜİK, üçüncü çeyrekte Türkiye'nin %7,4 büyüdüğünü hesapladı. Ancak bu büyümede kurların aşırı yükselişi nedeniyle dengeli bir büyüme oluşamadı. Büyüme ağırlıklı olarak hizmetler, tüketim ve ihracat artışı ile gerçekleşirken tarım sektöründe küçülme, sanayi yatırımlarında ise durağanlaşma gözlendi. Bu durum tarım ve sanayideki üretim hacmini küçülttü. Küçülen üretim hacmi doğal olarak halkın gelir düzeyine negatif biçimde yansıdı ve kişi başı harcanabilir gelir (KBHG) ölçüsü azaldı. Peki, esas olan nedir? Esas olan büyümeyi değil kalkınmayı baz almaktır. Nedir büyüme ile kalkınma arasındaki önemli fark? Asıl olan büyüme değil kalkınmadır diye hep söyleriz. Kalkınma; sadece üretimin ve kişi başına gelirin arttırılması olmayıp, gelişmekte olan bir ekonomide iktisadi ve sosyo-kültürel yapının da değiştirilmesi ve yenilenmesidir. Kişi başına düşen milli gelirin (KBMG) artması yanında, genel olarak üretim faktörlerinin etkinlik ve miktarlarının değişmesi, sanayi kesiminin milli gelir ve ihracat içindeki payının artması vb. gibi yapısal değişikliklerin gerçekleşmesidir. Bunlar kalkınmanın temel öğeleridir. Büyüme ise; nitelikten çok nicelik bakımından ortaya çıkan bir değişikliktir. Bir ekonominin büyümesi o ekonomide mutlaka yapısal değişiklikleri gerektirmez. Büyüme iktisat biliminde sadece üretimin ve kişi başına gelirin artması olarak kabul edilir. Büyüme daha çok gelişmiş ülkeler için kullanılması doğru bir kavram olarak değerlendirilir. Zira gelişmekte olan ülkelerde (İktisat bilimindeki eski ismiyle Az Gelişmiş Ülkeler-AGÜ nezaket gerektiren diplomasi dili nedeniyle zaman içinde Gelişmekte Olan Ülke-GOÜ sözcükleri ile ifade edilir olmuştur.) bir ekonomi kalkınmayabilir ama büyüme süreci içinde olabilir. S. Kuznets'in tanımlaması ile gelişmekte olan ülke uluslar arası gelişmişlik farklılıklarına, ekonomik kaynakların kullanım potansiyeline, ve toplumsal -bireysel ihtiyaçların karşılanma ölçüsüne göre olmak üzere üç veri esasına göre tanımlanmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin gelişmişliği ülkelerin gelişmişlik sıralamasındaki yeri ile belirlenir. Bunun için parasal ve parasal olmayan ölçütler kullanılır. Parasal olmayan ölçütler tahmin edilebileceği gibi daha çok sosyolojik ve yapısal ölçütlerdir. Lakin parasal ölçütler çok daha net ölçülen ölçütlerdir. Bunların en başında da gayri safi milli hâsıla (GSMH) gelir. GSHM bir ülkenin bir yıl içinde yarattığı değerlerin toplamıdır. Toplam gayri safi milli hâsıla ülkeler sıralamasında Gelişmekte Olan Ülkelerin sıralama yerinin tespitinde kullanılır ancak Kişi Başına Gayri Safi Milli Hâsıla (KBGSMH) gelişmişliğin ölçülmesinde kullanılan temel ölçütlerin başında gelir, şöyle ki; ekonomik faaliyetlerin temel amacı insanların refahını sağlamak olduğuna göre bir ülkenin gelişme durumunun en iyi göstergesi KBGSMH'dir. Bu tanımlamaların ışığında şunu söylemek mümkündür; kalkınmada GSMH sonucu ortaya çıkan gelir nüfusa daha dengeli olarak dağılır. Yani gelirin tabana yayılması imkânı vardır. Ancak büyüme sözkonusu olduğunda gelişmiş ülke kavramı önümüze geleceğinden ve toplumun geniş bir kesimi belirli bir gelir düzeyine vardığından elde edilen gelirin çok büyük kısmının belli bir kesimin elinde toplanması olası değildir. Bu durum gelişmekte olan ülkelerde ise ekonomik sistemin yapısal tercihleri nedeniyle gelirin büyük kısmının toplumun küçük bir kesiminde toplanması kalan az kısmının ise toplumun büyük kesiminde dağılması sözkonusudur. Yani toplam gelir matematiksel olarak toplam nüfus sayısına bölünür ve çıkan rakam "Kişi Başı Milli Gelir" olarak telaffuz edilir. Ancak gerçekte böyle olmayıp küçük kesimdeki bir birey bu gelirden 1 milyon lira alırken büyük kesimdeki bir birey sadece 100 lira alabilir. Bu durum toplumda gelir dağılımındaki adaletsizliği ortaya çıkartır. Ülkenin gelişme modeli tercihi de gelirin dağılımında önemli etkendir. Dengeli veya Dengesiz Kalkınma kriteri, yatırımların sektörler arasında dağılımında yol gösteren temel kriterdir. Gelişmekte olan ülkelerde (AGÜ) kaynak dağılımda karşılaşılan temel sorunlardan biri de mevcut yatırım fonlarının altyapı yatırımları (enfrastrüktür yatırımlar) ile üretken (prodüktif) yatırımlar arasında nasıl dağıtılacağıdır. Altyapı yatırımları; yol, köprü, baraj, enerji üretim tesisleri gibi doğrudan doğruya mal ve hizmet üretmeyen fakat yarattıkları dışsal tasarruflar ve sağladıkları kolaylıklarla diğer yatırımların yapılmasını teşvik eden yatırımlardır. Altyapı yatırımlarının yeterli olmaması GOÜ'lerde sanayileşme hızını ve yabancı sermaye akışını olumsuz etkiler. Üretken yatırımlar ise ağırlıklı olarak sanayi ve tarımda yapılan yatırımlardır. Yatırım planlaması yapılırken altyapı yatırımları ile üretken yatırımların "optimal terkip" içinde olması, ayrıca bu yatırımların birbirini tamamlaması ve teşvik etmesi dikkate alınmalıdır. Günümüzde Türkiye'de "optimal terkibin" pek de isabetli olmadığını görmek mümkündür. Altyapı yatırımları kategorisinde olan yollar, köprüler, tüneller, havaalanları, hastaneler tabii ki çok önemli yatırımlardır. Yap-işlet-devret modeli ile yapılan bu yatırımlarda devlet, yatırımın yapılması sürecinde parasal bir kamu kaynağını kullanmamıştır. Ancak arazi tahsisleri gibi imkânlarla kamu-özel sektör işbirliğinde yapılan bu yatırımlar sonucu yatırımcı firmaya belli bir takvim sürecinde "kazanç" garantisinin verilmiş olması, sözkonusu kazanç garantisinin de fizibilite etüdlerine uygun olmayan biçimde verilmiş olması üretken yatırımlara ayrılması gereken kaynakla bir optimal terkibin ortaya çıkmasına olanak vermemiştir. Basit bir örnekle; bir yere yapılan bir havaalanı bir yıl içinde 8 bin yolcu tarafından kullanılmışken bahse konu havaalanı için yatırımı gerçekleştiren kuruluşa 1 milyon yolcunun kullanacağının garantisini vermek hatalı bir fizibilite sonucudur. Ya da yılda ortalama 4-5 milyon araç tarafından kullanılacak bir köprü için yatırımcı kuruluşa sözgelimi 42 milyon araç geçişi garantisi vermek yine hatalı bir fizibilite sonucudur. Bu durumda gelişme için elzem olan "üretken yatırımlara" kaynak ayırmak ya da teşvik imkânı vermek zayıf olasılık durumudur. Üretken yatırımlar, bunlara paralel biçimde üretim miktarları hızla artmadıkça "milli gelirde" artışın yükselmesi ve bunun adil bir şekilde dağıtımının sağlanması ile yoksulluğun giderilmesi de pek mümkün olmaz.

 

*

Türkiye çok sıkıntılı bir ekonomik süreçten geçmektedir. Lira hızla değer kaybetmektedir. Son 11 aylık süreçte Zambiya, Mozambik, Gana, Bostvana gibi "Geri Kalmış Ülkeler -GKÜ"in para birimleri karşısında dahi Türk Lirası % 107,41 ile % 60.23 arasında değer kaybetmiş durumdadır. Sadece 30 yıl evvel SSCB'nin tahakkümünde komünizm ile yönetilen bir ülke ve Bulgaristan ekonomisi de Türkiye'den çok daha küçük bir ekonomiyken 1 Bulgar Levasının bu gün 5-6 Türk Lirasına karşılık gelmesi gerçekten içimizi acıtmaktadır. Ülkemizin yaşadığı bu ekonomik kriz sarmalından çıkmasının yolu ekonomik kaynakları "optimal terkip" içinde yeniden düzenleyerek an geçirmeksizin "üretim ekonomisine" dönmektir. Biz başka bir yol bilemiyoruz. Ancak bu yol ile bir kalkınma hamlesini başlatmak mümkün olabilir.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları