Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Kemal Kamburoğlu

Kemal Kamburoğlu

HAYATIN NABZI

Depremi yaşamak

Öncelikle şunu söyleyerek başlayalım; Allah kimseye depremi yaşatmasın. Geçtiğimiz Cuma günü İzmir'de saat 14.51'de Kandilli Rasathanesi verilerine göre 6.9, AFAD verilerine göre 6.6, ABD ve bazı ülkeler verilerine göre de 7.1 şiddetinde bir depremle sarsıldık. Bunca yıl içinde geçmişte devlet görevindeyken gördüğüm Çaldıran depreminden sonra yaşadığım en korkunç deprem idi. Binanın altında sanki atom bombası patlatıyorlardı. Allah bir daha göstermesin böyle faciaları. Aslında ne yapıyorsa insanoğlu kendine yapıyor. İşin tuhafı biz ders almıyoruz ve akıllanmıyoruz. Ne demişti rahmetli Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara (Nam-ı diğer Deprem Dede); "Deprem öldürmez bina öldürür." Unuttuk bu sözü.

UNUTULAN SÖZ

 2005 yılında İzmir'de yine oldukça büyük bir deprem olmuştu, sanırım 6.4 filan idi. O depremde de bazı binalar hasar görmüştü ama şükür ki can kaybı olmamıştı. Depremin hemen ertesi günü ekranda konuğum o dönem D.E.Ü Deprem Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Atilla Uluğ idi. Atilla Hoca bir yerbilimici. Anlattı; "Bir bina her gördüğünüz boş arsaya yapılmaz. Bina yapılmadan evvel en önemli bakılacak husus zemin durumudur. Zemin yapılaşmaya elverişli değilse oraya bina yapmak aslında tabut yapmaktır. İzmir'de Melez Deltası bölgesi, Bayraklı, Alaybey, Bostanlı gibi alanlar Gediz Nehri'nin binlerce yılda doldurduğu alüvyon alanlardır. Bu alanlarda yüksek yapılar hiç olmaz. Zemin uygun değildir. Çünkü binlerce yıl evvel Ege Denizi, Kemalpaşa'da imiş. Yapılan arkeolojik kazılarda Kemalpaşa ilçesinde liman kalıntıları, gemi kalıntıları, gemi bağlama sütunları bulunmaktadır. Gediz ve Menderes nehirleri bu alanı doldurmuş ve bugünkü İzmir oluşmuş. Üstelik İzmir, Türkiye'nin en kritik deprem bölgelerinin başında geliyor." Gerçekten de yaşlı İzmirlilere sorduğumuzda bugün depremde çöken binaların bulunduğu yerlerin İzmir'in bostan alanları olduğu söyleniyor. Adı bile Manavkuyu. Bornova'dan denize kadar olan bölge bundan 30-40 sene önce bağ bahçe bostan alanı imiş. Ama hiçbir şey bizi akıllandırmıyor. Bugün bile aynı alanda 40-50 katlı plazalar, rezidanslar, gökdelenler inşa edilmeye devam ediliyor, inşaatlar sürüyor. Çünkü en iyi rant beton ekonomisinde. Efendim binalar çok sağlam yapılıyormuş. Hepsi deprem yönetmeliğine uygunmuş. Mutlaka doğrudur, sağlamdır. Lakin mühendis arkadaşlar şöyle diyorlar; "Uzun bir demir vazo alın, vazoyu yere atın demir olduğu için hiçbir şey olmaz, vazo kırılmaz. Ama aynı vazoyu bir pastanın içine gömün ve pastayı sağa sola sallayın, demir vazo olduğu gibi yan tarafa yatar." İşte söz konusu zemin tam bir pasta ya da jöle gibi.

ZEMİNE UYGUN İNŞAAT

 Ekranlarda zeminin jöle gibi olduğunu Prof. Dr. Ahmet Ercan gibi birçok profesör yerbilimci de üstüne basarak vurguladılar. Buna karşın böyle zeminlerde çok özel inşaat teknikleri ile yapılan binaların zemine rağmen depremde zarar görmeyeceğini ifade eden uzmanlar da var. Önemli olan zemine uygun doğru yapıyı inşa etmektir deniliyor. Bu depremde de doğru inşa edilen yapılar bir zarar görmediler. Bayraklı ve Bornova bölgesinde birçok canımızı kaybettik. Bu yazı yazılırken kaybettiğimiz vatandaşımız 95 idi. Daha beş binada da arama kurtarma ve enkaz kaldırma çalışmaları sürüyordu. İnşallah daha fazla can kaybımız olmaz. Bine yakın da yaralımız var. İçlerinden bir kısmı belki de sakat kalacaklar. Birçok ocak söndü. Yazık günah değil mi? Buna karşın İzmir'in birçok yerinde aynı yaştaki birçok apartmanda tek bir çizik bile olmadı. Çünkü sağlam zemine yapılmıştı binalar. Dedik ya İzmir faylar üzerine oturmuş bir şehir. Buradaki kaçak yapılara imar affının çıkması ne kadar doğru idi? Adam kafasına göre gecekondu yapmış, üstüne yine kafasına göre iki-üç kat çıkmış olmuş sana beş katlı bina sonra imar affı ve ruhsat. Yarın Allah korusun bir büyük depremde hepsi pul gibi yere yapışır sonra içinde giden canlara rahmet okuruz. Bu kabul edilebilir mi?

Depremde kaçacak ve toplanılacak yer diye arsa ayırmışız, sonra üstüne AVM, rezidans, plaza yapmışız. Türkiye'de herkes inşaat müteahhidi olabiliyor. Zira çok ballı iş. Dik binayı, götür çorbayı. Tam 453 bin müteahhidimiz var. Bu sayı koskoca Almanya'da 3500. Tüm Avrupa kıtasında 25 bin iken Türkiye'de 453 bin. Okulu yok, diploması yok, ehliyeti yok, karneyi aldıktan sonra herkes inşaat müteahhitliği yapabilir. Adam mobilyacı bir de baktık ki inşaat müteahhidi olmuş. İyi de para kazandı. Dürüst ve namusu ile iş yapan müteahhitleri tenzih ederiz. Onlar konumuzun dışındadırlar. Ancak önemli bir kısmı demirden çal, betondan çal, yıkanmamış midye kabuklu deniz kumunu kullan, ucuz ve ehliyetsiz işçi çalıştır, 10 metre temel kazman gerekirken 5 metre kaz, sonra kontrolde idare ediver işte kardeşim de, satarken satın alan vatandaş da incelemez, araştırmaz, bir de süslü, albenili yapı ise oh her şey tamam. Sonra... Sonrası Rıza Bey Apartmanı... Allah rahmet eylesin. Şunu sormak lazım; üç kuruş fazla kazanmak uğruna onlarca insanın katilleri olanlar bu dünyada hesap vermekten kurtulsalar bile ahrette ilahi adalete hesap vermekten nasıl kurtulacaklar acaba? Bizim milletin önemli bir kısmında en büyük sorunumuz ahlak ve vicdan sorunu galiba.

Bütün bunlara rağmen deprem ve sonrasında oradaki dayanışmayı görüp de umutlanmamak da mümkün değil. Sahada insanüstü bir gayretle çalışan, bir canı daha kurtarmak için günlerce uyumadan, doğru dürüst yemek bile yemeden canlarını dişine takan o kurtarma ekiplerindeki tüm kahramanlara, bir canı bir an önce hayata kavuşturmanın insanüstü çabası içindeki tüm sağlık çalışanlarına minnet borçluyuz. Öte yandan muazzam bir dayanışma sergileyen birbirini hiç tanımayan insanların tüm içtenlikleri ile birbirlerinin yardımına koşması, evini, otelini, lokantasını açması, kan vermek için sıraya girmesi, herkesin küçücük de olsa bir yardımda bulunmak için elinden gelenin fazlasını yapmasını görmek insanın gözyaşlarının akmasına neden oluyordu. Devletin bütün kurum ve kuruluşları ile Cumhurbaşkanımızdan, Bakanlarına, Valisine, Belediye Başkanlarına kadar hemen tüm yetkililerin de deprem alanında olması vatandaşa büyük moral kaynağı oldu. Bütün bunlara rağmen dedik ya en baştaki esas sorun ahlak ve vicdan sorunu. Bunu tamir etmedikçe daha çok canımız yanar. Bir söz de sosyal medyada ahlaksız paylaşımlarda bulunan rezil yaratıklara; devlet onları yargıya havale etti ama millet onları Allah'a havale ediyor.

                

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları