Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Kemal Kamburoğlu

Kemal Kamburoğlu

HAYATIN NABZI

Biz ne ara böyle olduk?

Gazete sayfalarında, televizyon haberlerinde her gün bir çok kadın cinayeti,

hayvanları öldüren insanlar, insanlara vahşi köpeğini saldırtanlar, ölmek istemiyorum diye feryat eden kadınlar, tacize-tecavüze uğrayan kadınlar-çocuklar, gayrimeşru olarak doğurduğu çocuğunu çöp konteynerine atan, cami avlusuna ya da soğukta sokağa bırakan anneler, soygun yapan insanlar, cinayet işleyenler, dolandırıcılık şebekesi kuranlar say sayabildiğin kadar haber. Bizim kuşağın gençliğinde çok nadir gördüğü olaylar bu gün yaşamın olağan hadiseleri haline geldi. En kötü tarafı da toplum olarak bütün bunları kanıksadık, normalmiş gibi gelmeye başladı.

İyi de ne oldu bize? Biz ne ara bu hale geldik? Ne oldu bizim acıma

duygularımıza, merhametimize, affetme büyüklüğümüze, dürüstlüğümüze, kötülük yapmanın günah olduğuna dair inançlarımıza ne oldu? Atalarımızdan gelen yüksek karakter duygularımız vardı, örneğin; "aman dileyene kılıç kalkmaz" der atalarımız. Savaşta bile düşmanı aman dilediğinde kılıcını indirmiştir atalarımız. Rahmetli babam derdi; "Oğlum bir kadına asla el kaldırma. Erkek adam kadına asla el kaldırmaz." Bu yaşımıza kadar asla bir bayana el kaldırmadık. Eski Türk filmlerinde de görürdük rahmetli Ayhan Işık "Kadın olmasaydın sana haddini bildirirdim." der, dişlerini sıkar giderdi, bir kadına el kalkmayacağını vurgulardı orada. Türk töresinde de kadına el kaldırmak asla yoktur. E, şimdi bırakın el kaldırmayı adam sokak ortasında kadının ağzını burnunu kırıyor, bıçaklayıp öldürüyor. Bizim gençlik yıllarımızda öyle çek-senet filan yoktu. Sadece ağızdan çıkan söz

vardı. Bir kişi "söz veriyorum" dediği anda o iş bitmiş demekti. Çünkü söz çok değerli bir kavramdı, kişinin onuru idi. Yine rahmetli babam derdi ki; "Oğlum hayatında çok az söz ver. Söz verdiğinde de ne pahasına olursa olsun sözünü tut. Çünkü sözün yere düşerse o gün sen de yere düşersin." Hiç unutmam ortaokul talebesi filandım. Çarşıda babama yardım  ediyordum, bir genç adam geldi borç para istedi aldı gitti. Ne senet ne sepet. Çocukluk işte hafızamızda yer etmiş. Yıllar sonra bunu rahmetli babama sormuştum, baba sen hiç öyle senet filan almadan o adama yüklü bir parayı borç vermiştin. Ya getirmeseydi. Hiç unutmam babam şöyle demişti; "Oğlum adamı tanıyordum. Yarın getiririm dedi ve getirdi. Allah korusun kendisine bir şey olsaydı o zaman da ailesi getirirdi." İşte bizim çocukluk ve gençlik yıllarımızda insanlarımız böyle idi. Şimdi ne yazık ki mahkemeler karşılıksız çek dosyalarından, icra müracaatlarından başını kaşıyamıyor.

İstanbul'da bile bir Sülün Osman bir de Raki vardı bilinen dolandırıcı olarak. Öte yandan Beşiktaş'ta oturduğumuz mahallede çok farklı kimlikler vardı. Başka inançlardan, başka etnik kökenlerden komşularımız vardı. Mahallenin tüm çocukları Büyük Esma Sultan ilkokuluna giderdik. Ortaokulda ise ya Kabataş'taki Fındıklı Ortaokuluna ya da Ortaköy'deki Gazi Osman Paşa Ortaokuluna. Tabi o yıllarda Boğaz köprüleri filan yoktu. Okuldayken hiçbir çocuk diğerine sen nerelisin, hangi inançtansın diye sormazdı. Mükemmel çocukluk arkadaşlıklarımız vardı.

Şimdi öyle mi? Hayır. İnançlarda ayrışma, etnik kökenlerde ayrışma yaşandı bu ülkede.

Neden? Aslında bu gün yaşadıklarımız bizim tarihten gelen bize özgü, bizi biz yapan ve milletimizi bir çimento gibi saran değerlerimizi giderek kaybetmemizin sonuçlarıdır. Peki, neden kaybettik onca değerimizi? Anlatalım. Türkiye jeopolitik ve jeostratejik konumu nedeniyle tarih boyunca hedef ülke olmuştur. Roma İmparatorluğundan beri Anadolu hep işgal görmüştür. Osmanlı Devleti döneminde de böyle olmuştur. Şimdi de Emperyal yapılar aynı tarihsel hedefi gütmektedirler. Ancak geçmişteki uygulamalarından farklı biçimde. Şöyle ki; geçmişten ders alan Emperyal yapılar hedeflerini uzunca bir sürece yaymış, merdivenleri basamak basamak çıkmak yöntemini tercih etmişlerdir. Bu basamakların içinde "kültürel değerlerimizi yani harsımızı" yok etmek de vardır. Bu gayret, uzun zaman isteyen çok planlı ve organize bir iştir. Hedef ülkenin eğitim siteminden başlayıp düşünce sistemini kontrol etmeye kadar dayanır.

1949 da ABD ile yapılan anlaşma ve 1950 de çıkan kanunla Fulbright

bursları ile başlar eğitimi etkileme süreci. 1980'den sonra ise Türkiye'de algıların

değiştirilmesine gelmiştir sıra. Bunun için en ideal araç ise medya olmuştur. Özellikle 1980 sonrası çok sayıda televizyon kanalı üzerinden yayınlanan diziler toplumsal algıların değişmesine, değerlerin rendelenmesine imkân sağlamıştır. Her türlü entrika ve etik yoksulluğunun başarı gibi gösterildiği Dallas'lar, Yalan Rüzgârları vb. bizim kuşağın hala hafızasındadır. Tabii ekranın cazibesi, maddi getirisi ve şöhret olma imkânı da yüksek olunca peşpeşe diziler patlamaya başladı. Özellikle vurdulu kırıldılı diziler çocukları olumsuz etkiledi. Kurtlar Vadisini seyreden ilkokul çocuğunun "büyüyünce Memati olucam" dediği yine herkesin hafızasındadır. Bu gün de ekranlarda sabah kuşaklarında reyting uğruna insanları aşağılayan sunucular, programlar yok mu? Hele o programlarda ortaya saçılan aile

içi rezaletleri görünce değerlerin nasıl yok olduğunu görmek insanın içini acıtmıyor mu? Siyasi irade bu gün sözkonusu yayınların aile ve çocuk üzerindeki olumsuz etkilerini görerek önleyici tedbirler almak yoluna gitmek durumunda kalmıştır. Giderek gelişen sosyal medyanın olumsuz ve bilinçsiz kullanılması da değerler yozlaşması meselesinin kreması oldu. Tabii ki televizyonlar olacak, tabii ki diziler olacak, tabii ki sosyal medya olacak. Ama bu enstrümanların Emperyal güçlerin istediği biçimde değerlerimizi yok etmesi yönünde kullanılması doğru olarak kabul edilebilir mi? İşin çözümü ise gelişmiş Batı ülkeleri bu konularda kendi ülkelerinde değerlerini korumak için hangi tedbirleri alıyorsa, hangi yol ve yöntemleri kullanıyorsa bizim de aynı tedbirleri almamızın, aynı metotları kullanmamızın kaçınılmazlığıdır. Ya da doğru eğitimle bilinçli vatandaşlar yetiştirmek gereklidir.  Güzel Türkçemizin bugün birçok yabancı kelime ile kirletilmediğini söyleyebilir misiniz? Ne diyordu rahmetli Oktay Sinanoğlu "Bir milleti yok etmek için onun dilini yok etmeniz yeterlidir." Çünkü dil, kültürü ve değerleri yani kimliği nesiller boyu taşıyan yegâne araçtır. Çarşıya çıkın bakın yıllardır mağazaların hemen tümünün adı bile yabancı dilden. Şimdi bir de bunlara Arapça eklendi. Türkçede kelime mi bitti? Ya da modern olmanın göstergesi yabancı isim koymak mıdır? Konuştuğumuz ana dilimizin kelime haznesi bile zayıfladı, insanlarımız 150

kelime ile Türkçe konuşur hale geldi. Ne olursa olsun bizi biz yapan, bizi millet yapan

değerlerimizi ve bir arada yaşama kültürümüzü korumak zorundayız. Aksi halde bizi bu coğrafyadan silmek isteyenlerin işlerini kolaylaştırmış oluruz.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları