Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Kemal Kamburoğlu

Kemal Kamburoğlu

HAYATIN NABZI

Biden'in yalanı sonrası yol ne olacak?

Önceki yazımızda Biden'in "soykırım açıklaması"'nın neden yalanlarla dolu olduğu ve kepazeliğin sonrasında verilebilecek tepkilerden bahsetmiştik. Dış politika süreçleri çok kompoze süreçlerdir. Hemen her hadisenin bir bileşeni ve o bileşenle ilintili etkimeleri vardır. Üstelik de bu durum geniş zaman dilimlerini kapsar. Çünkü dış politika milli çıkarları öngören ve devamlılık arz eden bir süreçtir. Devletlerin 5-10 yıl gibi bir süreçte karşılaştıkları bir durum o sürecin sonunda başka bir hadise içinde ve onunla ilintili  olarak ortaya çıkabilir. Burada anlatmak istediğimiz dış politik ilişkilerin çok girift ve kapsamlı olduğudur. İşte bu sebeple dış politika "devlet hafızasının" en gerekli olduğu alandır. Sözkonusu "devlet hafızası" bir zaman sonra oluşabilecek meselelerde de geri bildirimden faydalanarak yeni çözümler ortaya koyulması açısından da çok önemlidir. Üzerinde oldukça araştırma yapmış biri olarak çok açık ve net altını çizelim ki; Ermeni "soykırımı" tarihteki en büyük yalanlardan biridir ve tamamen başta ABD olmak üzere Emperyal güçlerin yüz yıl boyunca uydurduğu bir uluslararası algı operasyonudur. Bu operasyonun ardındaki hedefte Ortadoğu bölgesine istedikleri şekli verme çabasıdır. ABD Başkanı Thomas Woodrow Wilson, 1'nci Dünya Savaşı sonrasında Ortadoğu'da sınırların kendi istediği biçimde çizilmesini istemişti. Wilson, özellikle Türk topraklarının da büyük kısmını içine alan bir "Bağımsız Ermenistan" kurulmasını kendisine hedef edinmişti. Bunun için haritalar bastırmıştı. ABD 1894 yılında ABD Senatosuna "Ermeni Tasarısı" sunuyor, Osmanlı'nın Ermenileri öldürdüğü iddiasıyla kınıyor, 1896 da da Osmanlı'ya askeri müdahale istiyorlar. 1914 yılında Osmanlı Devletinin ABD Büyükelçisi olan Alfred Rüstem Bilinsky, Wilson'un talimatı ile ABD medyasında yürütülen "Osmanlı Ermenileri katlediyor" yalanına çok sert yanıt vererek yalanlayınca ve ABD'nin soykırım konusunda yüzkarası katliam suçları olduğunu söyleyince Wilson yönetimi tarafından "istenmeyen adam" ilan edilerek ABD'den sınır dışı ediliyor yani Osmanlı Büyükelçisi kovuluyor. İşte aynı Wilson'un o dönemde çizdirdiği haritalar tam 100 yıl sonra 14 Mayıs 2016 da Nick Dunforth tarafından The NewYork Times'da yeniden yayınlanıyor, hem de "Could Different Borders Have Save the Middle East? - Farklı Sınırlar Ortadoğu'yu Kurtarabilir mi?" başlığı ile. Nick Dunforth sıradan bir gazete yazarı değildir. Kendisi emekli bir Deniz Subayı'dır. Pentagon'un baş stratejistlerinden biri olup halen Donanma Deniz Harekâtları Enstitüsü Müdürüdür. Yayınladığı makalede ilginç olan şudur; Wilson'un o dönemde çizdirdiği haritaları vererek yine o dönemde sınırların Gertrude Bell tarafından yanlış çizildiğini, eğer Wilson'un dediği biçimde çizilse idi Ortadoğu bugün terör üretmez ve dünya da terörü yaşamazdı vurgusunu ve algısını yapmasıdır. Öte yandan Dunforth makalesinin en sonuna koyduğu haritada yine Wilson'unki gibi Türkiye topraklarının büyük bir kısmını "Ermenistan ve Kürdistan" olarak göstermektedir. Ama makalesinde en dikkat çekici olan nokta Marmara Denizi ve Boğazlar bölgesini "International Costantinopol State- Uluslararası Kostantin Devleti" ve İzmir'in etrafını çevirerek "Semi otonom Smyrna State- Yarı Otonom İzmir Devleti" olarak göstermesidir. Tabii Türk Milleti yaşadıkça bunlar asla hayalden öteye gitmez. Ancak ABD'nin niyet ve maksadını anlamamız açısından önemlidir. Bu durumda Biden, kepaze "soykırım" konuşmasında "Costantinopol" sözcüğünü neden kullandı dersiniz? Cevap açık değil mi? Dış politik alanda bir devletin uluslararası kamuoylarını arkasına alması çok hayati önemdedir. Hani derler ya "bunu yaparsak dünya ayağa kalkar." Bu söz birçok niyet ve maksadın önüne baraj koyan bir hamleyi ifade eder. Türkiye maalesef özellikle 5-6 yıl öncesine kadar bazı alanlarda karşı tarafın hamlelerini önceden tespit edip önceden de kontra hamle yapma imkânını çok kullanamadı. Dünya siyaset literatüründe hiç görülmeyen bir "değerli yalnızlık" kavramına takıldı. O süreçlerde örneğin Mavi Marmara olayı ile İsrail'le çok ciddi bir kırılma yaşandı. Türkiye, insani açıdan çok haklı olduğu bir Filistin desteğinde İsrail ile ciddi biçimde karşı karşıya geldi. Maalesef aynı Filistin Hükümetleri ise hiçbir konuda Türkiye'nin yanında olmadıkları gibi bu gün de Doğu Akdeniz, Kıbrıs gibi milli davalarda Yunan ve Rumlarla ortak olup büyük bir nankörlükle Türkiye'yi sırtından vurmaktan hiç çekinmediler. Türkiye'nin söz konusu İsrail politikaları sonucunda Yahudi lobileri Türkiye'den desteklerini çekti ve sahayı Ermeni lobilerine bırakarak tribüne çıktılar. Hâlbuki özellikle ABD'de Ermeni lobileri Yahudi lobilerinden çok çekinir. Yahudi lobilerinin ABD yönetimleri üzerindeki etkisi ise tartışmasızdır. Yahudi lobilerinin ABD yönetimlerine baskı yaparak düne kadar sözde "soykırım" kelimesini kullandırmadıkları, "Büyük Felaket" kavramı ile geçiştirdikleri de bilinen bir gerçektir. Şimdi doğru bir yaklaşımla İsrail ile yine ilişkiler geliştirilmeye çalışılıyor. Aynı biçimde Mısır ile de ilişkileri yeniden tesis etmeye çalışıyoruz. Bu konuda hükümetin doğru gayretleri de görülmektedir.

Türkiye dünya kamuoyunu yönlendirme ve lobicilikte daha etkin olmalı, tehditlere önceden tedbir almakta da hızlı davranmalıdır. Örneğin 40 yıldır Türkiye'nin Ermeni meselesinde dünya kamuoyunu yönlendirmekte ağır kaldığı söylenebilir. Ülkeler arkalarına kamuoylarını aldıklarında güçlü olurlar. Türkiye'de çok ciddi bir "Tv dizisi" endüstrisi var. Türk dizileri dünyada çok rağbet görüyor. Kültür ve Turizm Bakanlığımız neden bu soykırım yalanını, Ermenilerin Türkleri nasıl katlettiğini, ASALA'nın diplomatlarımızı nasıl şehit ettiğini, Yunanlıların Balkan Harbi sırasında Balkan Türklerini nasıl katlettiğini anlatan diziler, filmler çektirip dünyaya pazarlamaz? Yönetmenlerimiz neden bu konularda Türkiye'nin haklılığını anlatan dizi ve filmler yapıp dünyaya vermezler? Bu alanda da eksikliklerimizin olduğu görülüyor. Türkiye olarak bu topraklarda yaşamaya devam etmek için yapacak işimiz çok. Önlem ise gelecek hamleleri önceden ve doğru olarak görüp doğru karşı tedbirleri almaktan geçiyor. Türkiye ile ABD arasındaki en büyük mesele Suriye'nin kuzeyindeki PKK/PYD meselesi olup bu durum Türkiye'nin gerçek beka meselesidir. O nedenle Türkiye, söz konusu tehdidi bertaraf etmek için mutlaka Suriye'nin toprak bütünlüğünü sonuna kadar savunmalı, bunun için de meşru Suriye yönetimiyle ortak çıkarlarımız için birlikte hareket etmelidir. Bu arada Ermenilerin tazminat talep edebilecekleri söylemleri de hukuk otoritelerine göre hukuksal bağlamında çok mümkün değildir çünkü uluslar arası bir mahkeme kararı olmadan "soykırım" kelimesi yalanı siyasi bir söylemden öteye gitmez. Böyle bir karar olmadığı gibi "soykırımın olmadığına dair" mahkeme kararları da mevcuttur. Lakin uzun vadede nasıl gelişmeler olur, bunu da zaman gösterecek. Türkiye, hedef bir ülke olduğunu hiç unutmadan geleceğini tanzim etmelidir.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları