Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Kemal Kamburoğlu

Kemal Kamburoğlu

HAYATIN NABZI

43 yıl sonra 12 Eylül

12 Eylül ile ilgili gazeteci takımından hemen herkes konuşuyor, bir şeyler söylüyor. Söyleyenlerin bir kısmı o gün dünyada bile değillerdi. Bir kısmı da kısa pantolonla geziyordu. İnsanlar birilerinden duyuyor, ya da yalan yanlış yazılmış şeyleri okuyup kafalarında fikirler üretiyorlar. Bir defa baştan söyleyelim, biz askerî darbelere hatta darbenin her türlüsüne şiddetle karşı olmuş bir kişiyiz. Hele de 12 Eylül’ü görmüş, yaşamış bir kişi olarak hepten külliyen karşı olan bir kişiyiz. Altını çizerek söyleyelim ki demokrasi içinde seçilmiş en kötü yönetim dahi en iyi askerî darbeden çok daha iyi ve evladır. Çünkü darbeler sonuçta hiç hayır getirmemiştir. 12 Eylül Türk demokrasi tarihinin ayıplı ve lekeli bir sayfasıdır. 12 Eylül darbesinin 1970’lerin başından itibaren giderek artan biçimde çatışmalara dönüşen ve özellikle de 1978-1979-1980 yıllarında zirveye ulaşan sağ-sol çatışmalarında ortaya çıkan cinayetleri önlemek, bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek amacı ile yapıldığı söylendi hep dönemin resmî ağızlarından. Ama yıllar geçince amacın hiç de öyle olmadığını anladık. Evet, 12 Eylül öncesinde gerçekten Türkiye’de hem kriminal açıdan hem siyaset açısından hem de ekonomik açıdan tam bir kaos vardı. Kriminal açıdan kaos vardı, çünkü her gün özellikle büyük şehirlerde kahvehaneler taranıyor, belediye otobüsleri bombalanıyor, üniversitelerde öğrenciler çatışıyor, her gün Türkiye’de onlarca insan ölüyordu. Bu korkunç bir durumdu. O dönemde çok genç bir subay idik ve Ankara’da görev yapıyorduk. Birçok hadiseye canlı tanık oluyorduk. Sokaktaki sade vatandaşlar büyük bir tedirginlik içinde yaşıyorlar, insanlar işe gidip gelirken korku içinde oluyorlardı. Siyasi açıdan kaos vardı; siyasi partilerin liderleri birbirleri ile küs durumda idiler, TBMM’de Cumhuriyet Senatosu da çalışamaz duruma gelmişti. Kanunlar haftalarca çıkmıyordu. Hatta öyle ki Türkiye 11 ay Cumhurbaşkanını seçememişti de Cumhuriyet Senatosu Başkanı rahmetli İhsan Sabri Çağlayangil bu görevi vekâleten yürütmüştü. Özellikle rahmetli Demirel ile rahmetli Ecevit arasındaki çatışma had safhada idi. Birinin ak dediğine diğeri mutlaka kara diyordu. Bütün bunlardan önemlisi “Devletin birliği ve bütünlüğü” tehdit altında idi. Şöyle ki; devletin ikinci önemli silahlı gücü olan Emniyet Teşkilatı “Pol-Der” ve “Pol- Bir” diye ikiye bölünmüştü. Bu durum öyle ileri boyuta ulaşmıştı ki her iki taraftan birbiri ile silahlı çatışmaya giren polislerin olduğuna tanık olduk. Yine devletin en önemli kurumlarından Millî Eğitim de aynı bölünmüşlük içinde idi. Öğretmenlerin bir kısmı “Ülkü- Bir” diğer bir kısmı da “Töb-Der” diye ayrışmışlar ve adeta düşman kamplar olmuşlardı. Türkiye ekonomik açıdan da bir kaosun içinde idi. Benzin, yağ, şeker gibi temel maddeler bulunamıyor, karaborsa altın çağını yaşıyordu. İşte bu koşullarda Türkiye 12 Eylül’e gitti. 11 Eylül’de akan kan, 12 Eylül’de adeta bıçakla kesilmiş gibi durmuştu. O zaman yaşadıklarımızı yıllar sonraki bilgi ve birikimimizle değerlendirdiğimizde gerçekleri çok net görme imkânımız oldu. 12 Eylül’de kan durmuştu, çünkü 12 Eylül sürecinin ortamını hazırlayan Emperyal Güç, elemanlarını anında sahadan çekmişti. Aslında anlıyoruz ki; 12 Eylül, Emperyal Güç tarafından, hedefi olan Türkiye’de yeni bir dönemi başlatmak için yapılmış bir aparattan, hazırlanmış bir kurgudan başka bir şey değildi. O yeni dönem her türlü değerin yıkılacağı “Neo- Liberalizm yani Vahşi Kapitalizm” dönemi olacaktı. Zaten rahmetli Özal da ABD’den bunun için Türkiye’ye gönderilmiş, Demirel’e müsteşar yapılmış ve 24 Ocak 1979 ekonomik kararlarını hayata geçirmişti. Nitekim 12 Eylül yönetimi de Emperyal Gücün el altından yönetmesi ile Turgut Özal’ı Başbakan Ulusu Hükûmetinde “Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı” tayin etmişti. O dönemin generallerinden buna karşı çıkanlar olmuştu ama sonuçta ABD’nin dediği olmuştu. 18 veya 19 Eylül 1980 günü yağmurlu bir Ankara havasında Genelkurmay’da Özel Kalem Müdürü Albay Çevik Bir’in odasında idik. Tam karşısındaki oda da Evren’in makam odası idi. Yaveri olan rahmetli Yarbay Cevat Erten biraz sonra Turgut Özal’ın geleceğini söyledi. 10 dakika sonra rahmetli Özal yanında bir posta asker ile Çevik Bir’in odasına geldi. Oturdu, terden sırılsıklam olmuştu. Bir bardak su içti. Çevik Bir içeri haber verdi. Özal’ı içeri aldılar. İçeride yanlış hatırlamıyorsak Kara Kuvvetleri Komutanı Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya, 2’nci Başkan Orgeneral Necdet Öztorun, Korgeneral Cemil Çuha, 4’ncü Kolordu ve Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Recep Ergun ve ismini hatırlayamadığımız bir iki general daha vardı. Merhum Özal içeride yaklaşık 50 dakika kaldı ve çıktı. Giderken kendinden son derece emindi. O zaman anladık ki içeride kendisine bir şeyler verilmiş. Özal’ın gitmesinden yaklaşık 20 dakika sonra içerideki komutanlar dışarı çıktılar ve koridorda ayaküstü konuşmaya başladılar. O konuşmada aynı zamanda iyi de bir ekonomist olan 2’nci Başkan Orgeneral Necdet Öztorun üzgün ve kızgın bir tavırla iki elini birbirine vurarak aynen şu cümleyi söyledi; “Ya komutanım, biz bu adam için mi bu işi yaptık?” Zaten sonrasında Özal ile Öztorun’un yıldızı hiç barışmadı ve Başbakan olduğunda Özal, Öztorun’u emekli etti. Şimdi değerlendirdiğimizde 12 Eylül’ün bir yol açmak ve daha ileriki zamanlara bazı taşları döşemek için Emperyal Güç tarafından planlandığını ve hayata geçirildiğini anlıyoruz. (Zaten merhum Özal’da “President Bush’un çok yakın dostu olduğunu” her fırsatta kendisi söylerdi.) Zira Emperyal Güç hiç acele etmez, her şeyi adım adım nakış gibi işleyerek hedefe ulaşmak için 100 yıllık planlar dahi yaptığı bilinir. Nitekim rahmetli Özal 1983 seçimlerinde Başbakan olup hükûmeti kurduktan sonra Türkiye’de birçok değer yıkılmaya başlandı. Örneğin daha evvel hiç bilinmeyen “hayali ihracat” gibi, “benim memurum işini bilir” gibi “ben zenginleri severim” gibi. Hatta “şortla askerî birlik denetlemek” gibi. Yani bu ülkede olan hiçbir şey bir günde olmadı, adım adım yıllarla oldu. Meşum 12 Eylül askerî darbesi de bu yolun kapısını açan anahtar oldu. O nedenle ABD başkanına operada “Türkiye’de darbe oldu, bizim çocuklar.” demişlerdi. Gerçekten bize göre de “tepedeki bazıları onların çocukları” idi. 12 Eylül darbesi entelektüel ve eğitimli kesimin de üstünden silindir gibi geçerek bu ülkenin geleceğine büyük kötülük yaptı. Biz o zaman dahi gencecik aklımızla bu olanların ülkemiz için hayırlı olmadığını düşünüyorduk ama bizi kim kaale alırdı ki? FETÖ Terör Örgütü lideri Fetullah Gülen, 12 Eylül sonrasındaki süreçte Isparta’da yakalanıp gözaltına alınıyor ama merhum Özal’ın verdiği emir ile serbest bırakılıyordu. Sonrası malum; ilerleyen yıllarda Fetö Terör örgütü çıktı ortaya. 1985’te merhum Özal PKK için de “Bırakın canım 3-5 çapulcu bunlar” dememiş miydi? Yani kısacası 12 Eylül bir yol haritasının başlangıç ve kilit noktasıydı. Bu ülkeye büyük zararlar verdi. Allah bir daha ülkemize böyle darbeler göstermesin.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları