Küreselleşme ve Dil
Orhun Yazıtları, Göktürk Yazıtları ya da Köktürk Yazıtları, Orhun alfabesi ile Göktürkler tarafından yazılmış Eski Türkçe Yazıtlarının geçmişi M.S. 8. yüzyıl başlarına dayanır. İlk Türkçe sözcükler, M.Ö. 4000-2000 yıllarında yaşamış Sümerlerin çivi yazılı Sümerce tabletlerinde yer alıyor. Harezm-Kıpçak, Anadolu ve Çağatay sahasında XIX. yüzyıla bu dil Türk tili, Türkî ve Türkçe adıyla kaydedilmiştir.
Anadolu'da Türk yazı dilinin oluşması XIII. yüzyıla rastlar ve Türkiye Türkçesinin tarihsel gelişiminde, XIII-XV yüzyıllar arasındaki ilk dönem Eski Anadolu Türkçesi veya Eski Türkiye Türkçe diye adlandırılır. Eski Anadolu Türkçesinden sonra gelen ve XV. yüzyıl ortalarından XIX. yüzyıl ortalarına yani genel bir sınırlandırma ile 1839 Tanzimat Dönemine kadar uzanan Klasik Osmanlı Türkçesi dönemi ile onu izleyen ve dil yapısı bakımından birbirinden az ya da çok birtakım ayrılıklar gösteren Tanzimat ve Servet-i Fünun dönemlerini içine alan “Yenileşme Dönemi” Osmanlı Türkçesi veya Yeni Osmanlıca diye adlandırılan dönem ile bunu izleyen Millî Edebiyat ve Cumhuriyet Dönemi Türkçeleri’dir.
Diller zaman içinde öz benliklerine kavuşurlar ve zamanla diller de insanlar gibi bir karaktere sahip olurlar. Dillerin oluşumları ve değişimleri milletlerin oluşumlarıyla birlikte ele alınmalı. Milletler, topluluk durumundan millet durumuna geçerken dilleri oluşmuş, böylece insanlar, kendilerine has seslerden örülmüş sembollerle anlaşmışlardı. Belki de farklı dillerin oluşmasının temelinde bu durum yatmaktaydı. Tasada ve mutlulukta ortak duyguları hisseden topluluklar, yavaş yavaş bir araya gelerek milleti oluşturdu. Doğa şartlarında birlikte hareket etmek zorunluluğu, benzer duygu ve düşünce içerisindeki toplulukların bir araya gelmelerini sağlamıştır. Milletlerin oluşumu ve tarih sonucunda tarih sahnesine çıktıkları dönem, milletin vazgeçilmez birlik ve anlaşma aracı dillerin doğuşu ve gelişimi dönemine rastlar. Sesler, kökler, ekler, gövdeler, sözcükler, cümleler sonucunda dil adı verilen muhteşem iletişim aracı ortaya çıkmıştır.
Dil duygu ve düşünce yönü olması dolayısıyla en çok insana benzer. Onun da ruhu ve bedeni vardır. Kişilikli insanlar toplum tarafından sevilir ve girdikleri ortamlarda saygı uyandırırlar. Dildeki sözcükler de dille iletişim kuran kişilikli insanlar sayesinde tutarlı bir yapıyla algılanırlar. Buna rağmen özellikle son 30 yılda küreselleşen dünyada, insanlar gibi diller de küreselleşmeye başladı. Küreselleştikçe, dillerin ve milletlerin farklılıkları da azalmaya başladı. Değişik renklerle boyanmış dünya, küreselleşmenin oluşturduğu tek renkle boyanıyor. Kültürlerin, dillerin farklılığı insanoğlunun hayatta kalma sebebidir. Tek dil, tek kültür ya da tek medeniyet dünya küresini somut ve soyut alemde düze çevirecektir. Bu her şeyin düzleşmesi demektir. Tek fikir, tek duygu, tek yemek, tek algılayış, tek romantizm ve aşk insan ruhlarının da dümdüz olmasına neden olacaktır. Bu da kendinden ve çevresinden uzaklaşan kişiliklerin ortaya çıkmasına yol açar. Aynı tip evlerde yaşayan aynı tip insanların, aynı yemek yemeleri, aynı tip fikirleri ileri sürmeleri, aynı tip aşık olup hemen ayrılmaları, aynı tip gülmeleri ve aynı tip ağlamaları aynı tip sonuçları doğuracaktır. Küresellikle dümdüz edilen dünya insanının bugünle ve eski günlerle ortak paydası nefes alıp vermesi ve su içmesinden öteye gidemeyecektir.
Günümüzün hızlı, bir o kadar da günlük zevkin hâkim olduğu yaşamda, dillerin dik duruşları yara alıyor. Kaygan zemin üzerinde kişilikler ve gururlar kayıp gitmekte ve diller de yapay dünyanın sanal kayganlığından nasibini alıyor. Toplumlarda anlamsal, yapısal ve ruhsal bozulmalar, çözülmeler görülmekte; anlamın, yapının, ruhun olumsuz yöndeki değişimi bir değersizliği, bir boşaltılmayı doğurmaktadır.
Değer ve kalıcı olma arasında ayrılmaz bir bağ bulunur. Anlam, anlamsızlık; değer, değersizlik arasındaki ayrım dile yansır. Milletin yaşam biçimi, komşularıyla ilişkileri, sosyo-ekonomik ve siyasi yapısı yani kısaca sosyolojik ve psikolojik davranışları dili etkiler. Anlam iyileşmesi ve anlam kötüleşmesi diye ikiye ayrılan anlam kaymasında bu tür değişimi görmek mümkündür. Küresel dünyada ekonomi değişirken insanların yaşam biçimleri ve yaşamı algılayışları da doğal olarak farklılaştı. Günümüzün ile on bin yıl öncesinin yaşam tarzı aynı değildir. Toplumsal değerler ve dil de bu yaşam tarzlarının ürünleridir. Yaşamda görülen değişimler aynı zamanda değerlerde ve dilde görülen değişimlerdir. Her sözcük bir anda ortaya çıkmamıştır. Milletin deneyimleri ve ihtiyaçları yeni yeni sözcükleri dile kazandırır veya kaybettirir. Deneyim bir tür olgunluk demektir. Zaman içinde milletler ve dilleri olgunlaşır. Bu olgunlaşma bazıları için başlangıç, bazıları için de sonun habercisi olmuştur. Dünya tarihine bakıldığında, yaklaşık olarak üç binden fazla dilin oluştuğunu görürüz. Ancak, bu dillerin pek çoğu, iki bin beş yüzden fazlası, işlevini tamamlayarak ölü diller arasında yerini almıştır.
Bir milletin en önemli unsuru da dilidir. Çünkü dil, milleti oluşturan insanlar arasında sadece iletişim kurmaz; onların acılarına, tasalarına ve mutluluklarına da kılavuzluk eder. Bir milletin tarih sahnesinden silinmesinde ilk evre dilinin bozulmasıdır. Dilin bozulması toplumun bozulmasıdır. Dil millette, millet de dilde yansır. Milletin bilinci, bilinçaltı, içgüdüleri hatta egoları dilde kendini gösterir. Şu hâlde dil, sade bir iletişim aracı değildir. Bir bakıma milletin kendisidir. Milletin tüm özellikleri sözcükler, cümleler, paragraflar, mısralar, dörtlüklerle vb. insandan insana aktarılır. Geçmiş, bugün ve gelecek arasında köprü vazifesi gören dilin korunması ve kollanması çok önemlidir. İç ve dış etkenler karşısında, dilin kendi öz dinamiklerinin tutarlı ve kendin e güvenir bir biçimde durabilmesi için milleti oluşturan her bireyde, dil bilincinin oturmuş olması gerekir. Bu bilinç dilin bozulmasını, değerini kaybetmemesini daha da ötesi milletin varlığını sürdürmesini sağlayacaktır.
Küreselleşen dünyada milletlerin ana dillerinin yerini İngilizce almaya başladı. Bütün dillerde İngilizceden geçmiş yüzlerce sözcük ve daha başka dil unsurları bulunuyor. Bir dilin küresel dil olması, o dilin iktisadi ve siyasi gücünü gösterir. Şu hâlde dillerin var olmaları ya da yayılmaları ekonomiye ve siyasete bağlıdır. Cumhuriyeti kuran Mustafa Kemal, dile çok büyük önem vermiştir. Harf İnkılabı, Dil Devrimi bunun başlıca göstergeleridir. Bir milletin birlik ve beraberlik içinde yaşamasının temelinin dil olduğunu sık sık vurgulayan Atatürk, Türkçenin yabancı unsurlardan arındırılması için bizzat çalıştı ve onun önderliğinde komisyonlar kuruldu. "Ne mutlu Türk’üm diyene!" özdeyişinin yer aldığı Nutuk' a bakıldığında dil ve millet arasındaki sıkı ilişkiye verdiği önem açıkça görülecektir: "Türk demek Türkçe demektir. Ne mutlu Türk’üm diyene!"
Ekonominin tek başına gelişmiş olmasının sağlıklı toplumları yaratamadığı görülmektedir. Refahın olması maddi ve manevi durumların birlikteliğine bağlıdır. Para günü kurtarır, ama sevgi hayatı anlamlı kılar. Olgun ve kişilikli kimselerin ağzından çıkan her söz kendilerini yansıtır. Milletlerin ana dili dolayısıyla insanlığı yüceltecektir.
Yaşadığımız kentin caddelerinde gezerken iş yeri adlarının bugünün tersine olduğunu düşünelim? Cadde ve sokaklarda Türkçe tabelalar olsun. Gerçekten kendi ülkesinde olmak duygusu insanı geçmişine, bugününe ve geleceğine götürecektir.
Türkçenin içinin boşaltılmaması ve değersizleştirilmemesi her bireyin yaşam biçimi olmalıdır.