Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Hüdavendigâr Onur

Hüdavendigâr Onur

Yazar

Arvasi bir millete yüz yılda bir nasip olacak fikir adamı

Emekli Türkçe öğretmeni, yazar Ahmet Çelen, Türk fikir adamlarımızdan Ahmet Arvasi’nin eğitimden kültüre, sanattan felsefeye kadar birçok görüşünü anlattı.


                                                                   Ahmet Çelen

1. Ahmet Arvasi adıyla ilk kez ne zaman tanıştınız?

S. Ahmet Arvasî Hoca’mız ile ilk defa lise 1 yıllarımda (1976 olabilir) tanıştım. Tanıştım deyince belki yanlış anlaşılabilir. Çünkü “tanışmak” iki kişinin karşılıklı olarak birbirini tanıması demek. Buna “tanımak” desek daha doğru olur. Çünkü Antalya’nın büyücek bir köy kadar olan ilçesi Gazipaşa gibi bir taşra memleketinde Hergün gibi bir gazetede yazan S. Ahmet Arvasî’yi nerede bulup “tanışacağız”? Ortaokul 2. sınıfta Ülkü Ocakları’na devâm etmeye başlamıştım. Elime geçen dergi ve gazeteleri okumaya gayret ediyordum. Derken Hergün Gazetesi’nde Türk-İslâm Ülküsü serlevhası ile yazan S. Ahmet Arvasî ile karşılaştım. Tanıyış o tanıyış… Hâlâ istifâde etmeye çalışırım.

2. Arvasi, eğitim bilimci olarak Türk-İslâm düşüncesini nasıl yorumlamıştır?

Arvasi Hoca’dan önce “Türk-İslâm Sentezi” tâbîri yaygındı. O, bu husûsta bir yenilik getirdi. Aslında yenilik yerine “düzeltme” desek daha münâsiptir. Şöyle diyordu Hoca: “Din ve milliyet zıt değerler değildir. Bu sebepten sentez, tez ile antitez arasında söz konusu olacağına göre, yıllardan beri kullandığımız Türk-İslâm Sentezi yerine Türk-İslâm Ülküsü sözü daha uygun olur.” Bu bakış tarzı ülkücü câmiada tesîrli oldu ve gittikçe daha çok benimsendi. Arvasî Hoca’nın milliyetçiliğinin ırkçılıkla hiç alâkası yoktur. O hem bir seyyid hem ehl-i sünnet çizgisinde samîmî bir Müslüman olarak zaten ırkçı olamazdı. Onun Türk milletine sevgisi ve hürmeti İslâm dînine yaptığı hizmetlerden dolayıdır. Hoca, şöyle der: “Tarihi dikkatle inceleyen birisi apaçık görür ki Türkler güçlü olduğu zaman İslâm âlemi de güçlü olmuş, Türkler zayıfladığında İslâm âlemi de zayıflamıştır.” Arvasî Hoca’mızın bu târîhî gerçekten çıkardığı ders şudur: İslâm dünyâsını tekrar güçlendirmek, İslâm’ı yeni bir şevk ile dünyâya sevdirmek ve yaymak için Türk’ün güçlenmesi gerekir. Türk, eski gücüne tekrar kavuştuğu zaman İslâm dünyâsı da onun peşinde güçlenecektir. Arvasî Hoca için Türk-İslâm Ülküsü, Türk’ün gözü karalığını, cesâretini, azmini, bitmez tükenmez enerjisini yeniden İslâm’ın hizmetine vermektir. Bunu sâdece Türk’ün harp kaabiliyeti olarak düşünmemelidir. İlimde, kültürde, sanatta, iktisatta… Müslüman Türk’ün “yeniden dirilişi” olarak görür Arvasî Hoca. Elbette bunun başarılması Türk-İslâm Ülküsünü ülkü edinmiş eğitim kadrolarının yetiştirilmesine ve eğitimin bu kadroların eline verilmesine bağlıdır. Bütün işlerin bu ideali taşıyan ve yaşayan kadrolara verilmesi şarttır aslında ama her şey eğitimle başlayacağı için bilhassa eğitim işlerinin idealist kadrolara teslîmi elzemdir. Bugün geldiğimiz nokta Arvasî Hocanın haklılığını net olarak ortaya koyuyor. Deizmin, ateizmin, hedonizmin, nihilizmin bataklığına yuvarlanmış gençlik ve “Eğitimde başarısız olduk.” sızlanmaları… Milletinin mânevî değerlerine uzak olmayı bırak, düşman bir eğitim kadrosuyla daha iyi bir netîce hâsıl olabilir miydi? “Kem âlâtla kemâlat olmaz” demiş atalar.

Elimde bir yetki olsa onun Diyalektiğimiz-Estetiğimiz kitabındaki “İnsanlık Kimi Özlediğini Bir Bilse” başlıklı yazısını millî eğitimin genel amaçlarına aynen derc ederdim.

3. Arvasi’nin “Türk-İslâm Ülküsü” adını verdiği dava nedir? Türk milliyetçiliğine katkısı var mıdır? Varsa bu konuyu açıklar mısınız?

Türk-İslâm Ülküsü’nü sadece siyâsi bir anlayıştan ibâret görmek sınırlarını çok daraltmak olur. Türk-İslâm Ülküsü eğitimden kültüre, îmândan amele, sanattan felsefeye… topyekûn bir hayat tarzını ifâde eder. Bu kadar şümullü bir dâvânız varsa elbette siyâsetle de alâkalanmak mecburiyetindesiniz. Çünkü insana dokunan hedefleri gerçekleştirebilmek için siyâset mühim bir vâsıta. Hem bu vâsıtayı iyi kullanmak hem de Türk-İslâm Ülküsü çerçevesinde nasıl siyâset yapılacağını göstermek gerekir. Türk-İslâm Ülküsü’nün siyâsete bakan yüzü budur diye düşünürüm.

Türk-İslâm Ülküsü idealinin Türk milliyetçiliğine katkısına gelince… Türk milliyetçiliğini Arvasî Hoca gibi anlayanlar zâviyesinden elbette katkısı olmuştur, hem de büyük katkısı olmuştur. O, Türk milletini Türk-İslâm davası için sever ve tutar. Ona göre, Müslüman Türk güçlü olduğu zaman İslâm dünyâsı da güçlü olmuştur, Türk milleti güçten düşünce İslâm dünyâsı da yerlerde sürünmüştür. Bu durumda Türk milletini yeniden güçlendirirsek ardından İslâm dünyâsı da canlanacaktır. Dolayısıyla bir Müslüman Arap, Kürt, Berberi, Pâk, Malay, Zenci… bile Türk milletinin güçlenmesini istemeli ve bunun için gayret etmelidir. Türk milliyetçiliğinin sınırlarının ne kadar genişlediğini görüyor musunuz? Bu, son zamanlarda İsmet Özel’in geliştirdiği Türk milleti mefhûmuna bir hayli yakın duruyor. İsmet Özel de “Türk”ü bir ırk olarak görmez. Ona göre “Kâfire kılıç çeken Müslüman, Türk’tür.”

Arvasî Hoca, elbette işi kılıçtan ibâret görmez. İlimde, kültürde, sanatta, iktisatta… güçlü olmadan gerçekten güçlü olamayız. Öyleyse her Müslüman, Türk milletini her bakımdan güçlendirmeye katkı yapmaya çalışmalıdır. Eğer milliyetçiliğimizden İslâm unsurunu çıkarır, bir ırk övüncü ve üstünlük iddiasından ibâret hâle getirirsek başka milletlerin insanını bu milletin güçlenmesi için çalışmaya nasıl çağıracağız? Arvasî Hoca Türk milliyetçiliğini Türk-İslâm Ülküsü mefhûmu ile İslâm dünyâsında beynelmilelleştirmiştir âdetâ. Bunu şöyle ifade eder: “Bu bilgi ve îmânımla Afrika’da bir zenci bile olsaydım Türk milliyetçisi olurdum.” Gelin de bu noktada Osmanlı’ya ölümüne bağlı olan çok mühim hizmetler yapmış Zenci Musa’yı hatırlamayın.

Tanıl Bora ve Kemal Can’ın birlikte yazdıkları, ülkücü hareketi anlatan “Devlet, Ocak, Dergah-12 Eylül’den 1990’lara Ülkücü Hareket” (şu ayarda bir kitabı kendimiz yazamadık ya, derdimize yanalım) kitabında okumuştum zannediyorum: Ülkücüler, evrensele açılmış sol karşısında çerçevesi çok dar bir ideolojiyi savunmada zorluk yaşıyorlardı. Öyle ya, Türkçülük, sâdece Türk milleti için geçerlidir. Bütün dünyâya teklîf edilebilecek bir ideoloji değildir. Ama sosyalizm-komünizm bütün milletlere sunulabilen bir ideoloji. Prof. Dr. Osman Turan’ın Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi kitabı yayınlanınca ülkücüler, nihâyet Türk milliyetçiliğinin de evrensel bir tarafının olabileceği ümîdine kavuştular ve büyük bir heyecanla bu kitaba sarıldılar. Kitap, Oğuz Kağan’dan bu tarafa Türk milletinin bir cihan (dünyâ) hâkimiyeti hedefi olduğunu ileri sürüyor ve bunu delillendirmeye çalışıyordu. Hun, Göktürk, Selçuklu, Osmanlı İmparatorlukları bu hedefin müşahhas örnekleriydi. Bu hedefin adı Kızılelma’ydı. Türkler Müslüman olduktan sonra hedef “İ’lâ-yı kelimetullah” ismini almıştı. Yani hedef aynıydı ama İslâmi bir çehre kazanmıştı. Ülkücüler bu hudut genişlemesinden çok mutlu olmuştu. Eskisi kadar dar çerçeveli bir ideloloji değildi artık onlarınki.

Arvasî Hoca’nın Türk-İslâm Ülküsü mefhûmu da buna benzer bir fonksiyon icrâ etti Türk milliyetçiliğinde. Hedefi i’lâ-yı kelimetullah olduktan sonra bir Arap, Kürt, Çerkez, Malay, Zenci de rahatlıkla Türk milliyetçisi olabilirdi. Türk-İslâm Ülküsü anlayışının Türk milliyetçiliğine katkısı olup olmadığını kendiniz çıkarabilirsiniz artık.

İslâmsız bir Türk milliyetçiliğine bağlı olanlar bu genişlemeden mutlu olmayabilir. Hattâ milliyetçiliği sulandırdığını bile düşünebilirler. Arvasî Hoca’nın katkısını müspet veya menfî bulmanız milliyetçilik anlayışınıza bağlı. Ben kendimi Arvasî Hoca’nın izinde buluyorum.

Bu arada Tanıl Bora ve Kemal Can’ın mezkûr kitabında ülkücü hareketin İslâmlaşma vetîresinin ele alındığı “İslamlaşma Süreci ve Türk-İslam Ülkücülüğü” başlığı altındaki 40 sayfaya yakın bölümde en çok yer verilen kişi S. Ahmet Arvasî Hoca’dır. Arvasî Hoca’nın anlatılmaya başlandığı paragrafın ilk cümlesi şudur: “Ülkücü tabanda İslam’a yöneliş sürecinde en popüler olan kaynak ise, Seyit Ahmet Arvasi literatüdür.” Aynı paragraftan başka bir cümle: “Seyit Ahmet Arvasi’nin 1979’da yayınlandıktan sonra birçok baskı yapan Türk-İslam Ülküsü kitabı, ülkücü hareketin İslamlaşma sürecinin ürettiği terminolojinin, temel teorik ve ideolojik tutumların, formüllerin kataloğu niteliğindedir.” (Tanıl Bora-Kemal Can, Devlet, Ocak, Dergâh, 12 Eylül’den 1990’lara Ülkücü Hareket, İletişim Yay. 1991, 2. Baskı, s.256-257)

4. Arvasi’nin eserleri dikkatle okunduğunda insanı hayretler içinde bırakan derin felsefi yorumlar olduğu görülüyor. Sizi etkileyen görüşleri var mıdır? Örnek verebilir misiniz?

Benim fikirlerimin temelini Arvasî Hoca atmıştır diyebilirim. Dolayısıyla merhûmun bütün fikirleri beni etkilemiştir. Hangi birini söyleyeyim? Millet nedir, din nedir, îmân nedir, Allah’a nasıl inanılır, İslâmî bir tanrı tasavvuru nasıl olmalıdır, Mutlak Varlık Allah, Sahte Mâbutlar, Batı nedir, Doğu nedir, felsefi doktrinler, faşizm, sosyalizm, komünizm, materyalizm, determinizm, kapitalizm, nihilizm, romantizm, rasyonalizm, finalizm, hedonizm, spritüalizm, sekülerizm, laisizm, pozitivizm, süje, obje, diyalektik, estetik, akıl, ruh, zekâ, nefs, eşyâ, eşyâya esâret, hürriyet, esâret-akıl ilişkisi, hürriyet-zekâ münâsebeti, eser-müessir, tasavvuf, vahdet-i vücûd, vahdet-i şühûd, yokluk aynası, Muhyiddin Arabî, İmâm-ı Rabbani, Mevlânâ, Yunus, İmam Gazâlî, İmâm-ı Azam, İslâm’ın ana caddesi Ehl-i Sünnet vel-Cemaat îtikâdı, Aristo, Eflatun, Freud, Karl Marks… daha neler neler öğrenmedim ki… Bunlar bir taşra çocuğunun öyle kolaylıkla ulaşabileceği bilgiler değildi. Hem de öyle öğreniyorum ki yanlışlara düşerek, savrularak değil, doğrular yanlışlardan seçilmiş, ayıklanmış olarak öğreniyorum. Arvasî Hoca ve benzeri mütefekkirleri okumanın en büyük kazancı, savrulmadan, yanlışlar arasında ömür çürütmeden yetişmek oluyor. Yanlışı da öğreniyorsunuz ama önce doğru zannederek değil, yanlışı yanlış olarak öğreniyorsunuz. Doğruyu da doğru olarak elbette.

Birkaç sözünü paylaşayım:

- İslâm’ı kurtarmayı bırakın, İslâm’la kurtulmaya bakın.

- Bize göre; ‘İlim’ objektif gerçeği, ‘Sаnаt’ subjektif gerçeği, ‘Din’ mutlаk gerçeği аrаmаk demektir.

- İnsanın açlığı, şuurun açlığıdır.

- Din, insan bilgisinin başka bir görünüşüdür.

- Biz zeki doğarız, fakat aklı sonradan kazanırız.

- Biz yalnız objeleri idrak etmeyiz, bu idrakimizi de idrak ederiz.

- Düşünen insana saygı duyulur, şartlanmış insan saygıya değer bulunmaz.

- Ruhun mahiyetini bilmeyen insan, maddenin de mahiyetini bilmemektedir.

- Obje ile mutlak varlık arasında bir çatışma söz konusu olamaz. Çatışma idrakimizdedir.

- İnanıyorum ki, hem Türk hem Müslüman olmak hem de muasır dünyâya öncülük etmek mümkündür.

- İslâm dünyâsını esir almak isteyen şer kuvvetlerin ilk hedefi Türk devleti ve Türk milleti olmuştur.

- Biz Müslüman Türk’üz. Bizi, gelecek asırlarda yine biz olarak temsil edebilecek güçlü kadrolara muhtacız.

- İslâmiyet, hiçbir ırkın, kavmin, zümrenin, partinin, ailenin ve şahsın inhisarında değildir. O, Allah’ın dinidir.

- Sanat, zekâ ve hayatın, kendilerini bağlayan eşya iplerini gevşetme ve kırma gayreti içindeki isyan çığlığıdır; insanın madde mahpesi içinde soluk almasıdır.

- İtikat ve ibadete bid’at katan, İslâmiyeti kendi dar idraklerine göre tamamlamaya kalkan beyinsizler, kendilerine ne ad verirlerse versinler, asla İslâm’a hizmet etmemektedirler.

- Kalkınmak, gelişmek ve çağdaşlaşmak isteyen her ülkenin yöneticileri, eğitim konusuna gereken önemi ve değeri vermek zorundadır. Bir ülkenin geri kalmışlığı, aslında insanının geri kalmışlığı demektir.

- Vatanımız ve milletimiz dört bir yandan ayrı renk ve biçimde gelişen kültür emperyalizmine maruz kalmaktadır.

Kapitalist ve komünist oyunlara ilaveten Arap ve Fars kültürünün ülkemizdeki tahribatı çok büyük olmaktadır.

-Ülkücüler üçe ayrılır:

1-Gerçek ülkücüler

2-Ülkücü geçinenler

3-Ülkücülükten geçinenler.

(Yukarıdaki sınıflandırmayı bütün siyasi ve ideolojik gruplara tatbik edebilirsiniz)

Onun Kendini Arayan İnsan kitabının başına koyduğu “insanla heykelin diyalogu” müthiş bir metindir. Materyalizmi yere seren bir metindir. Ama bizzat Hoca’nın kendisi gibi kıymeti bilinmemiş bir metin. Bu metnin bilen kişiler rehberliğinde geniş izahlar yapılarak gençlere okunmasını ne kadar isterdim. Bu metni anladıktan sonra bir gencin ateist kalması ancak inatla mümkün olabilir. Bu arada merhûmun bütün eserlerinin belli bir program çerçevesinde toplu okumalar şeklinde gençlerle buluşturulmasını Müslüman milletimizin bekâsı bakımından elzem görürüm.

5. Ahmet Arvasi, yapıtlarında Türklük, Türk Milleti, Türk Dünyâsı gibi konulara sıkça değiniyor. Arvasi bu konularda niçin hassastır?

Bu suâlin cevâbı yukarıda geçmiştir. Tekrar ifâde edelim: Arvasî Hoca’ya göre Türk güçlü olduğu müddetçe İslâm dünyâsı da güçlü olmuş, huzûr içinde yaşamıştır. Bu yüzden Türk milletinin dâimâ güçlü olması gerekmektedir. Bu, bütün İslâm âleminin üzerine titremesi gereken bir meseledir. Şu anda Türk dünyâsının büyük kısmında fakirlik, esâret, işkence, zulüm vardır. Bunun sebebi bu insanların Türk ve Müslüman olmalarıdır. Bir an evvel Türk dünyâsı birlik beraberlik içinde problemlerine çâreler bulmalı ve yeni bir dirilişle ayağa kalkmalı, İslâm dünyâsını da ayağa kaldırmalıdır. Keşke Hoca’mız geçen günlerde kurulan Türk Devletleri Teşkilatı’nı görseydi. Kim bilir ne kadar mutlu olurdu.

6. İnanmış bir Türk Milliyetçisi olarak Ahmet Arvasi size göre nasıl bir kişiliktir.

Kendinde aşkı, ilmi ve tefekkürü mezcetmiş bir mü’mindi. Söylediğini yaşayan, yaşadığını söyleyen bir ahlâk kahramanı. Milletin ve ümmetin derdiyle yanıp tutuşan hücrelerine kadar dâvâ adamı. Dâvâsının makam-mevkiine değil çilesine ve muvaffakiyetine tâlip bir yiğit. Binlerce Müslüman Türk gencini yabancı ideolojilere kaptırmamış milletinin neferi bir fikir adamı. Engin bir bilgi dağarcığını küfrün karşısında eli tetikte askerler gibi hizâya dizen bir zekâ. Bir millete yüz yılda bir nasîp olacak köklerine bağlı bir mütefekkir.

7. Ahmet Arvasi “Akıl ve düşünmeyi çok değerli bir faaliyet” olarak göstermektedir. Bu konuyu biraz açar mısınız?

Seyyid Ahmet Arvasî’nin hayâtı düşünmek (tefekkür) ten ibârettir desek yeridir. Düşünmeye verdiği ehemmiyete hayâtı, eserleri delîl olarak yeter. “Düşünme ve Şartlanma” başlıklı yazısından birkaç iktibas:

“Düşünen insana” saygı duyulur, “şartlanmış insan” saygıya değer bulunmaz. Düşünen insan araştıran, “hakikata” özlem duyan kimsedir. Şartlanmış insan belli “etkiler” karşısında önceden programlanmış “tepkileri” ve davranışları mekanik olarak yerine getiren bir robotdur da ondan.

“Düşünme” kelimesi, beşer tarihi boyunca, daima her milletin sözlüğünde bulunan çok eski bir kavramdır. Düşünmeyi emretmeyen din, düşünmeyi geliştirmek istemeyen bir eğitim, bilmem tarihte var mı? Yüce ve mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’de belki yüzlerce defa bu emir tekrarlanmıştır. Dinimiz, ister ayakta olalım, ister oturalım, ister yatalım, her durumda düşünmemizi, gerçeği aramamızı emreder: “Onlar, ayakta iken, otururken, yanları üstüne yatarken hep Allah’ı hatırlayıp anarlar ve göklerin, yerin yaradılışı hakkında inceden inceye düşünürler. (Kur’an-ı Kerim, Al-i İmran Sûresi, Ayet: 191)

(…)

Düşünme ise böyle değildir. Bir problem karşısında insanların hipotezler kurması, bunların ışığında bilgi toplaması, topladığı bilgileri objektivizme ve determinizme uygun bir yoruma tabi tutması ve makul sonuçlara varılması için zihnin soğukkanlı ve sistemli bir çaba içinde bulunmasıdır düşünme. Bunun için tercih edilir. Bununla beraber insanın hayatında “şartlanmaların” rolü inkâr edilemez. Ancak insanın davranışlarında, düşünmeye, şartlandırmadan daha önemli bir yer vermek esastır. İnsanın rûhî değerlerini inkâr eden bir eğitim, hiç şüphesiz yanlış olacaktır.

Türk-İslâm Ülküsü, düşünmeyi emreden araştırmayı ibadet sayan, “taklidi iman”dan “tahkiki imana” çıkmayı isteyen yüce peygamberin (O’na selâm olsun) yoludur. Şartlandırma ise komünist ve mateyalist doktrinin temelidir. (Türk-İslâm Ülküsü, Burak Yayınevi, cilt: 1, s. 5)

Aklın mâhiyeti, mevkii ve ehemmiyetine dâir sâdece onda gördüğüm değerlendirmeleri vardır. Aklın târîfine bakınız meselâ: “Akıl, zekânın bu hayatın eşya ile ve etrafındakilerle temasından doğan, tabii ve sosyal düzendeki ilişkilerin zekâ ve hayata sirayetinden başka bir şey değildir. Akıl, hayatın ve zekânın sosyal düzen ile eşya düzeni içinde duyumlara ait doğmatik ve somut idraklar ile terbiye edilişinin ve katılaşmasının sonucudur.”

(…) “Bugün, aklın ve mantığın prensipleri dediğimiz şeyler, eşyaya uygun düşünmeyi ifade ederler. Yani bugün bel bağladığımız mantık, eşyadan zekâya sirayet eden mantıktır.” (Kendini Arayan İnsan, Burak Yayınevi, 2009, s. 27)

Akıl, idrakimizi kaostan kurtaran ve şuurun aydınlığında doğan bir düzen ve disiplindir. (…)

Bu, insan aklının kaos kadar hürriyete de uzak bulunduğunu gösterir. Kaos ve anarşide de, indeterminist (bir bakıma hürriyetçi) bir âlemde de aklın yeri yoktur. Âdeta, kaos aklın altında, hürriyet ise üstünde durmaktadır. Aklın altında karanlık bir anafor kaynarken, aklın üstünde hür bir aydınlık parıldayıp durmaktadır. Aklın zincirlerine alışık olan ve zincirlerin şıngırtısına aldırmadan uyuyabilenlerin, aklın altındaki anafora düşmekten korkmalarını yadırgamıyoruz; ama bunların insan zihninin, aklın zincirlerine isyan ederek “hürriyete” hasret duymasını “patoloik” bir durum olarak ele almalarını asla kabul edemiyoruz.

Objektif ve determinist bir âlemin içinde çalkana çalkana yoğrulmuş “bir akıl”, insanın sübjektif ve hürriyetçi karakterini elbette tatmin edemez. Böyle bir akıl, insan idrakini bağlayıcı ve hapsedici bir nitelik taşır.

İnsanoğlunun objektivizme ve determinizme bağlı bir “ilim çabası” ile yetinmeyip “güzel sanatlara” ve “dine” yönelişinin ana sebebi budur. Güzel sanatlar ve estetik değerlerimiz, bir bakıma, idrakimizin “aklın doğurduğu bu esarete karşı” bir isyanını ifade eder. Güzel sanatlarda esarete karşı hürriyet, monotonluğa karşı yenilik, eşya karşısında insanın sesini duyurma çilesi hâkimdir. Din ise, idrâkimizin, objektif kalıpların ötesinde, bizzat hürriyeti özlemesi, yaratma irâdesinde tükenmesi biçiminde beliren duygularımıza cevaptır. Sanatkâr aklın sınırlarını zorlar, mutasavvıf onu aşar. (…) (Türk-İslâm Ülküsü, c.1, s. 46-47, “İnsan Zekâsının Aklı Aşma Çabası”)

Arvasî Hoca’mızın bu fikirleri bir taşra çocuğunun muhâtap olabileceği, muhâtap olsa bile kaldırabileceği fikirler değildi. Ama onun insanı çok iyi tanıyan bir mütefekkir olarak yazması sâyesinde bu fikirleri bir miktar anlayabilme imkânına kavuştuk. Allah râzı olsun, bizi onunla cennetinde buluştursun. Bu dünyâda görüşmek nasîp olmadı, inşallah ebedi alemde nasîp olur.

Not: Muhterem hocam Hüdavendigâr Onur’a bunları konuşma, belki yeni nesillere de ulaştırma fırsatı verdiği için teşekkür ediyorum.

 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları