Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Hüseyin Movit

Hüseyin Movit

DİKKAT ETSENİZ İYİ OLUR

Ne derlerdi ne diyoruz

Dili tanımlarken çeşitli değerlendirmeler yapılır. "Dil canlı bir varlıktır, değişir, gelişir" biçimindeki değerlendirme en çok bilinenidir.

Bunların çoğu, yorumu dinleyene, okuyana bırakılmış gerekli açıklamalara başvurulmadan söylenmiş sözlerdir. "Dilin canlı olması, gelişip değişmesi" ne demektir? Bu değişmeyle dilin söz varlığı, dolayısıyla anlatımı zenginleşir mi? Değişim sırasında dilin yoksullaştığı da söz konusu olur mu?

Bu sorular özellikle bir reform geçirmiş olan Türkçe için üzerinde düşünülmesi, araştırılması gereken konulardır. Bu tür konuları araştırmak için çeşitli yollar seçilebilir. Örnek olarak konuşmaları ya da metinleri elimizde bulunan eski siyasilerin nutuklarıyla günümüz siyasilerinin nutukları ya da eski şarkı sözleriyle yeni şarkı sözleri karşılaştırılabilir. Farklı zamanlarda öğretimde kullanılan ve aynı konuda yazılmış ders kitapları da örnek alınabilir. Ne gibi kazançlar olmuş ya da anlatımda ne gibi zayıflıklar ortaya çıkmış olduğu hakkında fikir edinilebilir; böyle bir değerlendirmede eskimiş kelimeler, terimler ve deyimlerle karşılıkları eşleştirilerek bir sonuca varılabilir. Gerekirse üslupla ilgili sonuçlar da tespit edilebilir. Dönemler arasında siyasilerin kullandıkları üslup, özellikle incelemeye değer bir konudur.

Burada "Ne derlerdi ne diyoruz" konusunu araştırırken dilin söz varlığıyla ilgili somut örnekler üzerinde durdum. Tabiri caizse biçiminde bir söz günümüzde deyim yerindeyse biçiminde karşılanıyor. Eskiden Farsça kurallara göre kurulmuş taht-ı tesirinde sözü şimdi etkisi altında; eski adları tahtelbahir, sevkıtabiî idi yeni adları Türkçe kelimelerden oluşan denizaltı, içgüdü oldu.

Daire-i fasit örneği önce Türkçe tamlama kurallarına göre fasit daire (her iki kelimenin de ilk heceleri uzun) sonra da kısır döngü oldu. Bu tür örneklere bakıp

Türkçeleştirme çalışmaları sırasında dilde herhangi bir kayıp olmamış denebilir. Öte yandan Türkçeleri aranırken halet-i ruhiye, hakk-ı huzur, örneklerinde yalnızca tamlamanın kuruluşu ruh hâli, huzur hakkı biçiminde Türkçe kurallara göre değiştirilmiştir. Bu durumda da içerdiği kelimeler köken olarak yabancı olmasına karşı Türkçede bir kayıp olmamıştır. Ayrıca takdir-i ilahi, redd-i

hâkim, redd-i ilhak gibi çeşitli bilgi alanlarına ait terim niteliğindeki yapılarda

Farsça kurallara göre kurulmuş tamlamalar değişmeden korunmuştur.

Konunun çok çeşitli boyutları vardır. Örnek olarak şirazesinden çıkmak deyimi bugün eskimiş ve dilin bu hanesinde bir boşluk oluşmuştur. Ciltçilikte kitabın sırt bölümünde sayfaları tutan iplikten örülü şeridin dağılması, sayfaların birbirinden ayrılması şirazeden çıkmak deyimiyle anlatılır. Kişi için "dengesi bozulmak, çılgınca davranmak, abuk sabuk konuşmak" gibi mecaz

anlamlarda da bu deyim kullanılır. Bunun gibi dilde bir de Farsça kökenli zıvana kelimesinden oluşmuş zıvanadan çıkmak deyimi vardır. Zıvana (zubane),

kapıyı üsten, alttan tutan ve bir eksen üzerinde kapının dönmesini sağlayan düzenek anlamındadır. Bu örneklerde görüldüğü gibi şiraze, zıvana kelimelerinin anlamı yeterince bilinmemesi, bu deyimlerin kullanımdan düşmesine yol açmıştır. Kullanımdan düşen kelime ve deyimlerin durumu, ait oldukları iş kollarının giderek dönemlerini tamamlamasıyla ilgilidir. Türkçede mecaz anlamlar kazanmış, yıllarca iletişimde aracı olmuş ve deyimleşmiş bu tür örnekler artık kullanılmıyor. Eskiyen teknikle, sanatla ilgili bu tür yabancı kelimelerin şiraze, zıvana örneklerinde olduğu gibi yerini yenileri alamadığından bu tür örneklere bakıp bir yoksullaşmadan söz edilebilir.

Bunların dışında yalnızca içerdikleri yabancı kökenli kelimeden dolayı

artık duyulmaz olan örnekler az değildir. Bunlara İltifat ediyorsunuz, Çok lütufkârsınız, Sizi tenzih ederim. Sözüm meclisten dışarı. Tebdili mekânda ferahlık vardır. gibi örnekleri verebiliriz. Bunlara Rumcadan Türkçeye geçen ve istif kelimesini içeren İstifini bozmadı. sözünü de ekleyelim.

İnsanın üstün niteliklerini anlatan irfan, ismet, ırz, iffet sahibi sözlerine ne oldu? Bunlar insanın yaradılışında olan birer haslet idi. Haslet'e de ne oldu? Bunların yerine Türkçeleri konamadığı için bir bir unutuldu, yabancı damgasını yiyip terk edildi. İnsanı niteleyen mert ya da namert dilde varlığını sürdürürken fazilet, Eski Türkçe erdem kelimesiyle karşılandı. Bir taraftan bazı kelime ve deyimler dilde kullanımdan düşerken bir taraftan da yeni biçimler doğuyor. "Dil canlıdır." derken bunu kastediyoruz.

Bazı kelime ve deyimlerin dilde yaşama süreleri tamamlanırken yeni yeni

kelime ve deyimler ortaya çıkıyor. Bir durum karşısında konuşmamayı, yorum

yapmamayı seçen bir kimsenin yapılan baskılar dayanamayıp konuşması, sessizliğini bozdu bazen de suskunluğunu bozdu diye anlatılıyor. Sık sık duyulan

bu her iki deyim de artık Türkçe Sözlük'le girmeye hak kazanmıştır. Bunları dilin

kazanç hanesine yazabiliriz. Örneklerde geçen bozmak Türkçenin işlek fiillerindendir. Bir düzeni altüst etmek dışında birini fena bozmak, bağ-bostan bozmak, para bozmak, midesini bozmak, nişanı bozmak, ağzını bozmak, oyun bozmak, ordu bozmak gibi birçok deyimde bozmak değişik anlamlarda kullanılır. Bu arada altını çizmek örneğinde olduğu gibi yeni örneklerin bir bölümünün Batı dillerinden çeviri yoluyla türetildiğini biliyoruz. Son günlerde siyasi haberler içinde

geçen dijital saldırı ya da izleyicilerin görmesini ve etkilenmesini engellemek

amacıyla görüntü üzerinde yapılan perdelemeyi anlatan buzlama veya mozayikleme, duymaya başladığımız ve henüz sözlüklere girmemiş yeni kelimelerdir. Bunlara son günlerde sık duymaya başladığımız borazanlığını yapmak deyimini de ekleyelim.

Adı "sarf ve nahiv" olan eski dil bilgisi kitapları dilde giderek eskimiş ve kullanımdan düşmüş kelimeler için müstehâse ya da müstehâs terimini kullanır.

Eski sözlükler, bunu "Toprak altında maden kesilmiş mevvad-ı hayvaniye ve

nabatiye." (Toprak altında maden kesilmiş hayvan maddeleri ve bitkileri) diye

tanımlarlardı. Cumhuriyet Döneminde bu adlandırma, fosil (Fr. fosilse) kelimesiyle karşılandı. Müstehâse dilde dönemini tamamlarken bu kez yabancı olan fosil kullanıma girdi. Fransızca kökenli fosil sözü öteki bilim dallarında da geçer. Türkçede fosilleşmek biçiminde fiili de yapılmıştır. Ayrıca fosilleşmek "düşüncede gerileşmek" diye mecaz anlam da kazanmıştır.

Fosil, Türkçede giderek yaygınlaşırken, Türkçeleştirme çalışmaları içinde buna taşıl karşılığı bulundu. Fransızcadan gelen paleontoloji sözüne de taşıl bilimi dendi. Bir deniz hayvanın kara parçası içinde yüzyıllar boyunca kalıp taşlaşmasını, fosilleşmesini anlatan taşıl, görebildiğim kadarıyla gereken ilgiyi görmedi.

Osmanlı Türkçesinden kalan, eskimiş bir kelimenin, terimin yerini Türkçesi değil de Batı kökenli biçiminin aldığı örnekler yalnızca fosil, trafik (seyrüsefer), ekvator (hattıistiva, hattıarz) değildir. Bunların sayısı yüzlerle ifade edilebilir.

Eskiden inhisarına almak deyimi kullanılırdı. Bugün de inhisar zaman zaman duyulmaktadır. Buna bulunan tek ve el kelimelerinden oluşmuş tekel, söz konusu kavramı yeterince karşılamış, buradan tekeline almak deyimi ortaya çıkmıştır.

Muhasara altına almak deyiminin kuşatmak fiiliyle karşılanması dil bilgisi kurallarına uygun düşmüştür. Üç kelimenin bir kelimeyle karşılanması isabetli olmuştur. Bunun gibi muvaffak olmak tek bir fiille, başarmak ile karşılanmıştır. Yazımı ve telaffuz zor şayia için önerilen söylenti çok uygun bir karşılık oldu.

Edebî metinlerde uğruna ne şiirler, ne hikâyeler, ne şarkılar yazılmış buse almak sözü geçer. Buse Farsçadan dilimize geçmişti. Öpmek ya da bir öpücük almak sözleri, buse almak deyiminin yerine geçti. Çağımızda kolaylaşan bu iş eski özelliğini kaybetti ve şiirde de, şarkıda da kullanılmaz oldu. Eski şarkılarda, şiirlerde hasret duyulan sevgiliye "Haberler gönder seher yeliyle." örneğinde olduğu gibi imkânsızlıklar içinde haber, seher yeli ile gönderilmiştir. Şimdiki imkânlara bakınız. Dile giren yeni terimleri, kısaltmaları hatırlayınız!

Farz-ı muhal, faraza için birçok söz önerildi. Hemen hepsi de kullanıma

girdi. Tut ki, var sayalım, söz gelişi, diyelim ki gibi örnekler varken ne yazık ki bu

kez atıyorum kullanımı en sık kelimeler arasında yer aldı. Arapça kökenli faraziye ise varsayım diye karşılandı.

Öte yandan müşavere ve müracaat kelimelerinin her ikisinin de danışma ile karşılanması doğru olmadı. Danışma kurulu, danışma masası ya da bürosu.

Bunun gibi uyarmak hem tembih etmek hem de ikaz etmek birleşik fiillerine

karşılık oldu. İlkemiz her yabancı kelimeye ayrı bir Türkçe karşılık göstermek 522 olmalıdır.

Bir zamanlar göz'e ayn, çeşm; güneş'e şems, hurşit; ak'a beyaz, sefit; ağaç'a şecer, direht; ekmek'e hubüs, nan; kara'ya esvet, siyah demenin doğru olmadığı işlenirdi. Bu dönem başarıyla kapandı ve Türkçeleri öne çıktı. Şimdiki beklentimiz ise kavramları ayrı ayrı adlandırmaktır. Bu işi yaparken kelimeleri Batı'dan olduğu gibi ithal etmeyip, Türkçenin kurallarına uygun Türkçe kökler ve eklerle türetmeler yaparak söz konusu kelimeleri Türkçe olarak ifade etmektir. Bu husus, üzerinde durulması gereken en önemli konulardan biridir. Umarım dilci meslektaşlar bu konuyla yakından ilgilenir ve yeni önerilerde bulunurlar. İşe türetilenleri de yeniden gözden geçirerek başlamalıyız.

Türkçeleştirme çalışmalarının başladığı ilk yıllarda konuyla doğrudan ya da dolaylı pek çok kimse görüş belirtmiş ve yazılar yazmıştır. Hamit Zübeyr Koşay, İbrahim Necmi Dilmen, Süheyl Ünver, Âkil Muhtar Özden, Ahmet Caferoğlu, Abdullah Battal, Mehmet İzzet, Fuat Raif, Necdet Otaman, M. Şekip Tunç sadece birkaçıdır. Bunların arasında yabancılar da vardır. O dönemde de

ğerlendirmelerine güvenilen ve sözü dinlenen yazarlardan biri Ziya Gökalp'tır.

Ziya Gökalp, "Yazı Dili ve Konuşma Dili" adlı yazısında "... İstanbul'da iki

Türkçe var: Biri konuşulup da yazılmayan İstanbul lehçesi, diğeri yazılıp da konuşulmayan Osmanlı lisanıdır." demiş.

Gökalp yazısına şunları da eklemiş: "... Demek ki lisanî ikiliği kaldırmak için

yeniden hiçbir şey yapmağa lüzum yoktu. Osmanlı lisanını hiç yokmuş gibi bir tarafa

bırakarak halk edebiyatına temel vazifesini gören Türk dilini aynıyle millî lisan addetmek kâfiydi... Devam edecek (Prof. Dr. Hamza Zülfikar, www.turkoloji.cukurova.edu.tr)

 

BUNLAR DA KISA KISA

 

* Mevlüt Tezel, Sabah, 19.02.2021: "Türk Lirası'nın...yıl Kasım ayında...", "Türk Lira'sının 2021'in..."

 

"Lira" ve "kasım" kelimeleri özel ad değildir, büyük harfle başlatılması yazım hatasıdır.

Köşe yazarları eleştirileri okumalı, not tutmalı.

Öğrenmenin yaşı yoktur!

 

* Fadime Özkan, Star, 24.09.2016: "ETÖ'nün ki tamamen dahili mesela..."  

Aitlik eki -ki kelimeye ulanır.  

Doğru yazım: ETÖ'nünki.

 

* Mevlüt Tezel, Sabah, 18.02.2021: "Bugün ülkemizde, 5 kilometre alanın tamamının koruma altına alındığı..."

Alan ölçüleri kilometre ile değil, kilometrekare ile belirtilir!

 

* Ersoy Dede, Star, 05.02.2017: "Malı hamuduyla götürmüşlerdir"

Ersoy Dede de "hamut" ile "havut"u karıştırmış!

Cümlenin doğrusu: Malı havuduyla götürmüşlerdir.

 

* Hıncal Uluç, Sabah, 07.03.2021: "12 Nisan 1996 yılında yayınlanan bir yazım.."

- Gün, ay ve yıl belirtildikten sonra "yılında" değil, "tarihinde" denilir.

- Dilimizde "yayınlamak" diye bir kelime yok. "Neşretmek" anlamındaki "yayımlamak" kelimesini kullanmak varken!

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları