1976 yılında, tüm yokluklarıyla mücadele etmeye çalışan Türkiye'de, siyasetin sokağa yansıması bir başka yüzüyle insanları, aileleri yavaş yavaş o sihirli kutunun yani televizyonun karşısına adeta kök salıyordu. Hayat dışarıda kötüydü, acımasızdı, eziciydi ve kanlıydı ama beyaz ekran ise hiç öyle değildi.
O dönemler birçok Amerikan yapımı diziler hayatımızda yer edinmeye başladılar. Bunlardan bir taneside orijinal adıyla "Rich Man, Poor Man", bizde ise "Zengin ve Yoksul" adıyla tanıdığımız dizi. Başrollerinde Peter Strauss, Nick Nolte, Susan Blakely oynadığı hayatımıza kötü adam olarak "Anthony Falconetti"'yi konumlandıran dizide zengin ailenin iki uç tarafı temsil eden evlatlarını izledik.
Çektiğimiz yoksulluğun diz boyu olmasından mı nedir bilinmez ama biz hep yoksulu sevdik. Her ne kadar saçlarımız sarı olmasada Nick Nolte kahramanımızdı.
1980 ihtilalinin ardından yoksulluk ve terörden bıkan ülkemin yeni bir sloganı vardı "Ne sağcıyım, ne solcu futbolcuyum, futbolcu" çünkü yoksulluğun çıkış yolu oradan geçiyordu yani yoksulluktan zenginliğe atılan adımın adı idi futbol. O futbol artık sınır ve kural tanımayan bir endüstriyel gerçek. Avrupa futbolunun 12 önde gelen kulübü bilinmez Hz. İsa'nın 12 havarisi (Simun Petrus, Andreas, Ya'küb (Zebedi'nin oğlu), Yuhanna, Filipus, Bartolomeus, Tomas, Matta, Ya'küb (Alfeus'un oğlu), Taddeus, Gayyur Simun, Yahuda İskariyot) nemi özendiler ve UEFA'nın karşısına yepyeni bir oluşum olarak çıktılar. Avrupa Süper Lig adı altında kurulan zenginler takımının oniki havarisi; Arsenal, Chelsea, Liverpool, Manchester City, Manchester United, Tottenham, Atletico Madrid, Barcelona, Real Madrid, AC Milan, İnter Milan ve Juventus kendi yayın gelirleri, bahis gelirleriyle daha çok maddi güce sahip olmak ve yoksullarla arasındaki farkı açmak için yoksulların taraftarlarının ceplerine göz diktiler.
Yoksul daha çok yoksullaşsın, arsası kalmamış kentin yoksul çocukları ekran karşısında zenginlerin oyuncularını izleyip hayallere dalsın, futbol bir kez daha anlamını kaybetsin, futbol dini her futbolseverin düşlerine egemen olsun diye yapılmış bu işin sonu nereye gider bilmiyoruz. Bildiğimiz ve her daim tekrar tekrar yazıp, söylediğimiz bir gerçek var ise o da bu ülkenin yoksul futbolunun ortaya çıkmasına sebep olanların tıpkı o diğer zenginler gibi futbolu fakirleştirip kendilerini zenginleştirdiği, futbolseverin cebindeki deliği daha da genişlettiğidir.
Futbolun gerçeği bizleri UEFA Avrupa Ligi 2 ya da UEFA Avrupa Konferans Ligi'ne doğru sürüklerken Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe ile ilgili "Zenginler Kulübü"'nde yer alabilirler haberleriyle hayal âleminde yaşıyoruz.
Yönettikleri kulüpleri batıran, iflas ettiren, sırtını dayadığı devlet gerçeğiyle ancak ayakta duranlar yine kaçacak bir delik buldular ama bakalım bu deliğin ucu açık mı? Yoksa kapalı mı?
Bizimkiler varsın hayal kurmaya devam etsin, yeni oluşum gerisinde İspanyol Mundo Deportivo Gazetesinin haberine göre, havarilerin içinde yer alan altı İngiliz takımının UEFA'dan önemli miktarda para aldıkları için ayrıldıklarını açıkladı. İngiliz kulüplerinin ayrılığının ardından Real Madrid, Barcelona, Atletico Madrid, Juventus, İnter Milan, AC Milan mevcut sistemin çalışmadığı için, pandeminin bir sonucu olarak tüm futbol topluluğunun yaşadığı mali zorlukların üstesinden gelmeye yardımcı olmak da dahil olmak üzere, tüm futbol piramidi için kaynaklar ve istikrar üretirken sporun gelişmesine izin vermeyi amaçlama, ayrıca ödemeler de sağlamak üzere dayanışmayı güçlendirmeyi hedeflediklerini oluşumun başkanı Florentino Perez açıkladı ama özellikle İspanyol cephesinden son dakika Barcelona ve Atletico Madrid ayrılıkları açıklanabilir.
Zenginlerin kendi aralarındaki çıkar savaşları son sürat ve fırtınalı geçerken, biz yoksullar öyle ağzımız açık tüm yaşananları sadece seyrediyoruz ve şimdilik seyrettiklerimiz karşılığında herhangi bir ücret ödemiyoruz.
Buna da şükür! Ve aslında her şeyin özeti "Zenginin mali, züğürdün çenesini yorarmış!"
