Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Mehmet Eyüp Yardımcı

Mehmet Eyüp Yardımcı

Yazar

Kıssadan Hisse

Günümüzde sosyal medyanın etkisi kesin tartışılmaz gerçeklerden biridir. Bu kadar etkili olmasında, insanlar tarafından hayatın en önemli yerine konulmasında şüphesiz hukuk sisteminin sağlayamadığı adaleti yine hukuk sistemini doğru çalıştırarak adaleti sağladığından olmasıdır.

Mesela bu yazının yazıldığı anlarda gündemde AKP Ağrı Gençlik Kollarının verdiği lüks sahur programı rezaleti vardı.

Düşünsenize ülkenin içinde bulunduğu ekonomik çıkmaz içinde, her gün gelen ardı ardına zam haberleri halkın gardını düşürmüş ve içindeki sessizliğin büyük patlama arefesine getirdiği zamanlarda, ekmeğini daha ucuza almak için Halk Ekmek kuyruklarındaki emeklilerin gözyaşları gözümüzün önünde iken bu sahur açıkçası çok yerinde olmadı, hani günümüz deyimiyle çok "şık" durmadı.

O görüntüleri görünce, hurma yaprağı üzerinde yatan peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V) aklıma geldi ve açıkça sordum kendi kendime; "Biz gerçekten O'nun ümmeti miyiz?" Dileriz bunu yapanlar utanmıştır ve o geceyi tövbe içinde geçirmişlerdir.

Mübarek Ramazan ayı içindeyiz ve Allah nasip ederse mübarek ayı gerektiği gibi yaşayanlar büyük bir sevinçle bayramı karşılayacaklar.

Bu noktadan itibaren biz gaflet içinde olanları kendine getirmesi adına manevi dünyamızın mihenk taşlarından Muzaffer Ozak efendiden kıssalar aktarmak istiyorum.

*

Muzaffer Efendi  "Bayram günleri fukarâ için musîbet günleridir" buyururlar ve her bayram öncesi şu kıssayı anlatırlardı:

Peygamber Efendimiz bir bayram sabâhı bayram namazını kıldırdıkdan sonra mescidden dışarı çıkdı. Bakdı ki bütün çocuklar bayram yapıyor, oynaşıyorlar yalnız bir çocuk kenarda boynu bükük oturmuş ağlıyor. Resûl-i Ekrem Efendimiz pek rakîk yani ince kalbi oldukları için çocuğun ağladığını görünce hemen onun yanına giderek başını okşadı ve ona sordu:

Evlâdım, bugün bayram, sen niye ağlıyorsun?

Resûlullah'ı tanıyamayan çocuk, şöyle cevap verdi:

Ben ağlamayayım da kim ağlasın. Benim kimim kimsem yok. Babam bir gazâda şehit olmuş, annem de başka biriyle evlendi, ben kimsesiz kaldım. Bugün sevinip oynayan çocukların karınları tok, sırtlarında da güzel elbiseleri var. Benim ise ne sırtımda doğru dürüst bir elbise ne de karnımda bir lokma var. Bu hâlde ben nasıl bayram yapayım?

Resûl-i Ekrem Efendimiz çocuğun bu sözlerini duyunca gözlerinden yaşlar boşandı ve çocuğa şöyle hitâb buyurdular :

Evlâdım, ister misin ben senin baban olayım, annen Âişe olsun, Fâtıma halan olsun, Ali amcan olsun, Hasan Hüseyin kardeşlerin olsun, ister misin?

Çocuk Efendimizin bu hitâbını duyar duymaz onu tanıdı ve sevinçle "Yoksa sen Resûlullah mısın?" dedi. Resûl-i Ekrem Efendimiz o yetimi aldı, başını okşadı, omuzuna aldı, hâne-i saâdetine götürdü, yedirdi, içirdi. O yetim yavrucak o vakit bayram yaptı.

*

Efendi Hazretleri buyururlardı ki :

Sen de Resûlullah'ın yaptığı gibi yap ve yoksulların, yetimlerin gözyaşını siliver.  Gözyaşı silenin gözünün yaşını Allah siler. Yoksulları sevindirenleri Allah hem dünyâda hem âhiretde sevindirir.

Efendi Hazretleri bu kıssadaki bir inceliğe de şöyle dikkat çekerlerdi :

Nasıl ki, Resûl-i Ekrem Efendimizin merhamet nazarına uğrayan bu yetîm çocuk bayram yaptıysa, sen de Resûlullah'ın böyle bir nazarına uğrarsan yani nazar-ı iltifât-ı Muhammediyyeye nâil olursan o vakit bayram yapacaksın.

Efendi Hazretleri bu inceliğe işâret ederek sık sık şöyle duâ ederlerdi :

Yâ Rabbi! Senin Habîbini kırdık, incittik, gücendirdik, bize nigâh-ı iltifât-ı Muhammediyye ile bir kerre bakmasını te'mîn et.

 

*

Muzaffer efendiden bir diğer kıssa ise Hz. Peygamber ve Hz. Ali arasında geçendir.

Bir gün Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz ile Hazret-i Ali kerremallahu vecheh arasında şöyle bir konuşma geçmiş :

Yâ Ali! Beni sever misin?

Elbette severim yâ Resûlallah.

Yâ Ali, Allah'ı sever misin?

Allah'ı da severim yâ Resûlallah.

Peki ya ananı, babanı?

Onları da severim yâ Resûlallah.

Peki ya hanımını?

Onu da severim.

Peki ya çocukların Hasan ile Hüseyin'i?

Yâ Resûlallah, siz de bilirsiniz ki onları da çok severim.

Peki, bu kadar muhabbeti bir kalbe nasıl sığdırdın?

İmâm Ali şaşırmış ve bu soruya cevap verememiş. Sorunun cevâbını düşünerek dalgın dalgın evine gitmiş. Cenâb-ı Fâtımatü'z-Zehrâ O'nu böyle dalgın ve düşünceli görünce sormuş:

Ne düşünüyorsun böyle?

Baban bir soru sordu, cevap veremedim, onu düşünüyorum.

Neydi o soru?

İmâm Ali, Resûlullah ile aralarında geçen konuşmayı anlatınca Hazret-i Fâtıma buyurmuşlar ki :

Ben sana o sorunun cevâbını hemen vereyim. Allah'a îmânımdan, Peygamber'i Allah'dan, ana-babamı hürmetimdem, çocuklarımı şefkatimden, hanımımı da şehvetimden dolayı severim. Git aynen bu şekilde cevap ver.

İmâm Ali, Resûl-i Ekrem Efendimize giderek bu cevâbı sanki kendisi düşünerek bulmuş gibi söyleyince, Resûlullah gülümseyerek buyurmuşlar ki :

Senin bu cevâbından, nübüvvet ağacının meyvesinin kokusu geliyor.

Kıssadan hisse alabilmek duasıyla…

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları