Göçtü kervan, kaldık dağlar başında…
Gönlümüzün sesi Yûnus Emre;
Bu akl u fikr ile Mevlâ bulunmaz
Bu ne yâredir ki merhem bulunmaz.
Kamunun derdine derman bulunur
Şu benim derdime derman bulunmaz.
Deryalar içinde susuz gezerim
Beni kandıracak umman bulunmaz.
Aşkın pazarında canlar satılır
Satarım canımı alan bulunmaz.
Yusuf''um yitirdim Ken''an ilinde
Yusuf''um bulunur Ken''an bulunmaz.
Yunus öldü diye salâ verirler
Ölen hayvan imiş âşıklar ölmez.
Sözleriyle bizlere seslenir ve bu seslenişteki;
Yunus Emre''nin yazma divanlarında "Âşık öldü deyu salâ verirler / Ölen hayvan durur âşıklar ölmez" şeklindedir.
İnsanın beşer yanı, dünya hayatını sürdürmeye yarayan canlılığını ifade eder.
Yunus Emre gibi Hak âşıklarının zaten kendilerine ait olmayan ete kemiğe bürünmüş varlıkları "mevt-i ûla" ile fenâ bulmuştur ama onlar bu ölümden çok önce "vilâdet-i sâniye" denilen ikinci ve manevî bir doğuşla ebedî hayata, ölümsüzlüğe ulaşmışlardır. Onlar "ölmeden evvel ölüp" ölümü öldüren Hak dostlarıdır. Ebedî can bulmak için can vermeye can atarlar. Mevt-i ûlâ ile öldükleri gün "şeb-i arus"tur, yani düğün bayramdır onlar için.
İşte tarihler 5 Eylül''ü gösterdiğinde bir Hâk âşığı, müstesna kişilik, insanların gönüllerine rehberlik etmiş sayın Ömer Tuğrul İnançer efendinin Şeb-i Arus için toplanmış insanlar, Fatih Camii''nin avlusuna ağaçlar sonbaharın habercisi sararmış yapraklarını bir bir bırakırken, işte öylesine öksüz kalmışlığın tüm ağırlığı üzerine çökmüş yüzlerce omuzun üstündeki başlar bi''çaresiz sadece etraflarına bakıyorlardı.
Siz hiç kocaman bir yumruğun tam da boğazınızın orta yerine oturup sizi soluksuz bıraktığını hissettiniz mi?
İşte böyle soluksuz, gözlerden akmaması için direndiğiniz gözyaşlarının gerisinde sevenleri son görevlerini dualar eşliğinde yerine getirdiler.
Ve geriye dudaklarda sadece şu söz kaldı;
"Göçtü kervan, kaldık dağlar başında"...