Eşler zor zamanlarında  birbirine eşlik etmeli

Albızlardan söz ederken, şimdi burada özellikle bir konunun üzerinde durmak isterim: Anadolu'da kötü ruhların cinsiyetinin kadın figürleri üzerinden verilmesinin sebebi ayrımcılık mı? Gelin bu sorunun cevabını da Adnan Menderes Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Başak Burcu Eke'den alalım. Doç. Dr. Eke, bu soruyu "Aslında ilk kabullerde albastıların cinsiyetleri üzerine kesin bir tanımlama yok. Albastılar diğer albızlar gibi çirkin görünümlüdür. Anlatılara göre kocaman başları ve ayakları vardır. İri gözlü, dağınık saçlı, yağlı ve kıllı vücutlu, buruşuk derilidir. Kısacası gören kişinin hayra yormayacağı tüm özelliklere sahiptir" diye yanıtlıyor.

"Zamanla albastı kadın olarak kabul edilir hâle gelmiştir. Bu değişimin sebepleri ilgili araştırmacıların farklı görüşleri var" diyen Eke, sözlerini şöyle sürdürüyor: "Bunun Hristiyanlık ve Musevilikte kadının kötücül ile ilişkilendirilmesinin etkisi olduğu düşünülüyor. Türk kültüründe duyguların cinsiyete bağlı bir tanımlaması yoktur. Birinin cesur olması için kadın ya da erkek olması gerekmez. Benzer şekilde kötü olması için de kadın ya da erkek olma şartı yoktur. Kötü kötüdür, iyi iyidir. O yüzden Türk mitolojisinde cinsiyet merkezli bir ayrım yapamıyoruz. Kötücül kadınlar da vardır erkekler de. İşin biraz latifesini yaparak Türk kültüründe baş kötücül Erlik Han'ın erkek, en çok yardımına başvurulan iyi ruh Umay'ın ise kadın olduğunu da söyleyelim."

Günümüzde albasmasından korunmak için bazı ritüellerin gerçekleştirildiği biliniyor. Bunların başında da doğum sonrası hem anneyi hem de bebeği korumak için yapılanlar geliyor. Örneğin  yeni doğum yapmış annenin albastının kötülüğüne maruz kalmaması adına yalnız bırakılmaması da bunlardan biri. Peki bu, aslında lohusalık döneminde annelerin yaşadığı doğum sonrası sendromu (postpartum) ile benzerlik taşıyor mu?

Başak Burcu Eke, "Postpartum sendromu yani lohusa depresyonu ile ilişkili olduğunu düşünüyorum. Anne ve bebeğin kırk gün kırk gece dışarı çıkarılmamasını nedenlerinden biri de bu bence. Yeni doğum yapmış kadınlarda görülen fiziksel, duygusal, davranışsal değişimler ciddiye alınmış. Albastının erkeklerden korktuğundan hareketle erkeklerin eşleri başında beklemesi şeklinde bir ritüel de bulunuyor" dedi.

"Bu ritüeller esasında eşlerin zor zamanlarında birbirine eşlik etmesi adına çok hoş bir örnek" diyen Eke, "Bazı yerlerde anne ve bebeğin bulunduğu mekâna erkek kıyafeti serilir. Albastının kırmızı renkten çekindiğine inanılmış. O yüzden de lohusaların ve bebeğin yatağına kırmızı bez bağlanmış, kırmızı renk lohusa şerbeti ikram edilmiştir. Ayrıca ürktükleri düşüncesiyle tahtaya ya da eşyalara vurularak ses çıkartılmıştır. Demirin de koruyucu olduğu düşünülmüş makas ya da bıçak yatak başına konulmuştur" diye konuştu.

Neden günümüzde bile hâlâ devam eden, hafızamızın derinliklerinde saklı kalan 'albız' korkumuzdan kopamıyoruz? Başak Burcu Eke, bunu şöyle cevaplandırıyor:

"Nedenler ve sonuçlar bileşkesi içinde benim cevabım, toplumsal hafıza şeklinde olur. Bizim toplumsal hafızamızın beslendiği ana kaynak tarihimiz ve tarihimizden aldığımız öz güvenle yaşadığımız dünyanın kötüleri ile ne olursa olsun baş edebileceğimiz şeklinde bir inancımız var. Bunu sadece kazandığımız zaferler şeklinde yorumlamıyorum. Hatta tam tersine atlattığımız büyük zorlukların daha çok öz güven sağladığını düşünüyorum. Ancak kötücüller dünyası bilmediğimiz bir dünya. Oradan gelecek olan kötülüklere karşı ne yapacağımıza dair hissettiğimiz ilk duygu korku, ardından gelen duygu ise çaresizlik. Biz bu iki duygudan hoşlanan bir kültür değiliz. Sonrasında belki aşamalı olarak o korkumuzu kontrol ediyoruz ama süreç bizi öyle rahatsız ediyor ki bir daha yaşamamak adına önlem alıyoruz. Tedbir konusunda yaşadığımız dünyadan daha çok kötücüller dünyasına odaklanmamız bundan sanırım."

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları