Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Harun A. Altuntaş

Harun A. Altuntaş

Yazar

'Yeşil gözlü' topal canavar

Size bugün Topal Selahattin'in yaşam öyküsünden söz edeceğim. Selahattin Erbaş, Adana'nın Karataş İlçesinin Oymaklı Köyünde 1939 yılında dünyaya geldi. Babası Jandarma Başçavuşu Osman Bey'dir. Osman Erbaş soyadını 'Erbaş - Çavuş' unvanından almıştı. Başçavuşu Osman Bey'in 5 çocuğu vardı. Bunlardan da 200'ü erkek, 35'i kız 235 torunu oldu. Çocuklarında Selahattin Erbaş, 1957 yılında 18 yaşındayken köyden göçerek Adana'ya yerleşti. Sabun imalathanesinde, torna atölyesinde, marangoz yanında çıraklık derken, o dönemde Sabancılara ait olan Bossa Fabrikası'nda iş bularak düzenli çalışmaya başladı. 1960 yılının sonlarına doğru vatani görevini yapmak üzere önce Karaköse'ye, sonrasında da Kars 5. Süvari Alayı'nda görev aldı. 2 yıllık askerliğini 1962'de tamamlayarak Adana'ya döndü. Askerliği sırasında, Kars Orduevi'nde Muhterem Nur ile tanıştı. Sonraki yıllarında ona cazip gelecek gazinoculuk, kulüp ve kumarhane işletmeciliği yaptı. Dost ve müşterileri arasında, Dündar Kılıç, Kürt İdris, Hasan Heybetli, İskender Çolak, Nurettin Ergin, Ömer Lütfi Topal, Nuri Yalçuk, Yılmaz Güney, Ahmet Turgut, Asfalt Rıza, Süleyman Sırrı, Melez Ahmet, Köşker Teyfik, Hasan Bora gibi ünlü isimler Selahattin Erbaş'ın mekanına gelip giderlerdi. "Topal" lakaplı Selahattin Erbaş, bundan sonraki yaşantısını kendi ağzından şöyle anlatır:

"Terhis olduktan sonra bir süre Adana'da oyalandım. Evinde oturduğumuz Hüseyin Amca, bana Marmara pavyonda katiplik işi buldu. Pavyonun sahibi Mehmet Ali Şen, bana silah ve mermi vererek, gerektiğinde kullanmam gerektiğini de sıkı sıkıya tembihledi. Marmara Pavyonu'na müşterilerin adeta aktığı dönemlerdi. Çukurova Ağaları, esnaflar, yakın illerdeki para babaları birbirlerine caka satmak üzere Marmara Pavyon'a gelirdi. Kazanan her zaman mekan olurdu, güzel paralar kazandık. Pavyon denildiğinde, şimdiki gibi kadınların alenen satıldığı yozlaşmış kültür ortamı aklınıza gelmesin. Herkesin eşi, yakınları ve arkadaşları ile geldiği bir mekandan bahsediyoruz.

Müşterilerin önemli bir kısmı okumuş, yüksek tahsil yapmış insanlardan oluşuyordu. Gelenler arasında yüksek rütbeli askerler ve valiler de vardı.  Yüksek makamdan gelen olursa önceden yer ayırtılırdı. Aileler geldiğinde bekarlardan ayrı oturturduk, birbirlerine temas etmelerine izin vermezdik. Yanında bayan yoksa arkalara oturturduk. Gravatsız geldiyse zorla satar, taktırırdık. Takmamakta direnenlere gereği gibi konuşur, medeni usullere uyum sağlamasını temin ederdik.

Ermeni Işıyan adında bir kabadayı adamlarıyla birlikte bir akşam pavyona geldi, yediler, içtiler. Yan masaları rahatsız etmeye başladılar. Biraz sabır ettim, ancak 2 saat kadar görmezden gelebildim. Dansöz Nurten hanıma sarkıntılığa başlayınca şefle bir uyarı gönderdim. Sen tut adama tokat at! Pavyon ya da herhangi bir eğlence mekânında bir çalışana hakaret etmek, tokat atmak dükkan sahibine yapılmış sayılır.

Bunun duyulması o mekan için büyük yıkımdı, prestij kaybı demekti. Şef garsonuma tokat vurulunca, bulunduğum yerden oraya doğru hızlıca gittim. Ermeniyi kolundan tutup dışarı sürüklemeye başladım. Belindeki kasap bıçağını çekip koluma vurunca kolum kesildi. Ben de belimden Rovelver silahımı çekip kafasına bir tane mermi patlattım, dağıldı. Ermeniyi yere attım, diğerlerine yaklaştım, amacım dışarı çıkarmaktı. Birisi masadaki tabaklardan bana atmaya başlayınca dönüp ona da bir mermi patlattım. Mermi porselen tabağı parçalayıp boğazını delip, hastanelik etti. Bilanço: 2 ölü ve çok sayıda yaralı...

Karşıyaka (Ötegeçe) ve Hürriyet Karakolu'ndan polisler geldi. Polis Şefi, "Selahattin Bey, burada silah sıkmışlar, sıkanın faili belli mi?" diye sordu. Ben de "İki kişiyi vurdum, cesetleri içerde yatıyor" dedim, teslim oldum. Zerrece vicdanım sızlamadı. Benim olduğum yerde bize hakaret edecekler ha! Adamın kafasını eşekten düşmüş karpuza çeviririm böyle işte. Adana Cezaevi'ne girdim. Mahkeme olana kadar içerde kaldım. Bu süre içinde avukatlarım geldi - gitti. Hazırlıklardan sonra mahkemeye çıktım. Ağır Ceza Reisi'ne durumu izah ettim, yapılanları anlattım. İlk önce kendisinin beni bıçakladığını söyledim. Müşterilerden lehime şahitlik yapanlar oldu. Karşı taraftan bir kişi de ölenlerin iyi niyetle gelmediğini, amaçlarının para koparmak olduğunu anlatınca işin seyri değişti. Mahkeme Reisi nefsi müdafaa gerekçesiyle beraatime karar verildiğini açıkladı. İşimin başına tekrar geçtiğimde artık bizim oraya gayrı müslim hiç kimse gelmedi. Bizim varlığımız onlara tekin gelmiyordu. Şakam yoktu, silahı çektiğim an vururdum. Sağda solda 'yeşil gözlü canavar' diye adımı çıkarmışlardı.

Evet size bugün Gazinocu Selahattin Erbaş'ı anlattım. Bundaki amacım; öyle veya böyle yeraltı dünyasının önde gelen isimlerinden birini sizlere ballandıra ballandıra anlatıp, gençleri bu yollara özendirmek değildi. Ancak; İncirlik Hava Üssü'ne Amerikalıların yerleşmesiyle bazılarının biti kaynayıp nasıl haraç toplamaya kalktığını, gazinocu da olsu bir Türk'ün böyle bir şeyi hazmedemediğini sizlere aktarmaktı.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları