Yandan çarklı Türk futbolu
1970'li senelerin, yokluğu bol zamanlarının yaz aylarında, tatil olmuş okulun coşkusuyla annesinin semt pazarından, üç paraya aldığı tuttuğu takımın renklerine bürünmüş, çubuklu formasıyla, her yağmurun ardından mis gibi kokan toprak zeminli çocuk parkında telli arabasının peşinden koşan çocuklar, şimdiki çocuklardan bin kat daha mutluydu.
Çocukların mutluluklarına eşlik eden uzunca sağlam ve kalın ipin ucuna bağlanmış, daha ince iplerin ucundaki renkli balonlarıyla arz-ı endam eden "baloncu amcaları" unutmamak gerekir.
Balon kaçıp gitmesin diye, bilekten güzelce bağlanırdı. Siz koştukça, ipin ucundaki o rengarenk balon sağa, sola sallanarak peşinizden gelir ve mutluluğunuza eşlik eder, şahit olur, katkı yapardı.
Zamanın hızla akışı birçok şeyde olduğu gibi doğal olarak futbolun argümanlarını da değiştirdi.
Futbolun kural kitapçığındaki maddelerde yenilendi, tıpkı siyah formalarını, fosforlu formalarla yenileyen hakemler gibi.
Futbol kuralları yenilendi ama bu şu demek değildi;
"Kurallar ülkelere, şehirlere, kulüplere göre değişebilir"
"A takımına uygulayıp, avantaj sağladığınız kuralı B takımına uygulamazsanızda olur"
Kural, kuraldır ve değişkenlik gösteremez.
*
Bugün;
Ada vapuru gibi yandan çarklı hâle gelmiş ülke futbolumuzun, rengarenk asılmış bayrakları cafcaflı mı? diye sorduğumuzda alacağımız cevabında bayrakların değil ama rengarenk formalarıyla bir kukla gibi ipleri başkasının elindeki hakemleri cafcaflıdır.
Sahadaki futbolun emeğini çalan ve belli ki "ihale şampiyonu" TFF başkanı ve saz heyeti tarafından bile kurtarılma ihmali olmayan hakemlik mefhumunu kim düzeltebilecek bilmiyoruz.
Futbol sahnesinin assolisti TFF'nin alt kadrosundaki, futbol bilgisi kıt, pespayelik kokan MHK ise hiç umut vermiyor.
MHK ölü evine dönmüş, helvasını pişirip dağıtacakları bekliyor.
Bizim gibi gelişmemiş ülkelerin siyasetinin ve zengin çocuklarının elinde oyuncak olmuş futbol, fakir halkın spor kültürsüzlüğünde sadece cepteki son kuruşa göz dikmiş hırsızdır.
Ortalık cepçi hakemlerle doludur.
Bahis çetelerinin derinlik sarhoşluğunda, anadan üryan kalmış futbol maalesef keyif vermemektedir.
Bilekten çözülüp, bulutların arasında kaybolan balona dönmüştür.
Futbolun ölümü meçhul cinayetler listesine ismi yazılmıştır hem de olayı gören, yaşayan tüm şahitlerine rağmen…
İşlenen cinayetin tek şahidi olarak "kör bir kayıkçıyı" göstermek ise pespayeliğin belgesidir.
Yaşananların hepsi sanki büyük ustalardan Attila İlhan'ın "Cinayet Saati" şiirinin dizelerinden çıkmış gibidir.
CİNAYET SAATİ
Haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi
demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu
dört bıçak çekip vurdular dört kişi
yemyeşil bir ay gökte dağılıyordu
Deli Cafer İsmail Tayfur ve şaşı
maktulün onbeş yıllık arkadaşı
üçü kamarot öteki aşçıbaşı
dört bıçak çekip vurdular dört kişi
cinayeti kör bir kayıkçı gördü
ben gördüm kulaklarım gördü
vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü
hiç biriniz orada yoktunuz
demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu
on üç damla gözyaşını saydım
Allah'ına kitabına sövüp saydım
şafak nabız gibi atıyordu
sarhoştum Kasımpaşa'daydım
hiç biriniz orada yoktunuz
Haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi
polis kaatilleri arıyordu
Deli Cafer İsmail Tayfur ve şaşı
üzerime yüklediler bu işi
sarhoştum Kasımpaşa'daydım
vapuru onlar vurdu ben vurmadım
cinayeti kör bir kayıkçı gördü
ben vursam kendimi vuracaktım