Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
İzzet Doğan

İzzet Doğan

Yazar

Üç ölüm ve ölenin arkasından konuşmak

Çok önce bir İran filmi olan Mezarsız'ı inceleyince ölünün arkasından konuşma konusunu da yazmıştım.

Bir insan ölünce önce ölene karşı bir değerlendirme yapmak gerekir. Ölen kişi toplumda kahraman sayılan, topluma ve ülkesine, insanlara çok iyi hizmetler yapmış biri olabileceği gibi tam aksi de olabilir. Bu yazının amacı ölüyü iyi insan-kötü insan yönünden ayırmak değil ölünün nasıl değerlendirilmesi gerektiğidir.

İnsanlar ve Ahlaklar adlı kitabında Cemil Sena; "İnsanların ölülere karşı saygı duyması pek doğal ve ahlaki bir görevdir. (...) Ölüm her şeyi temizler. Ölüm karşısında kinlerin, düşmanlıkların, sona erdirilmesi gerekir. Hele bir ulusun sağlıklarında kendilerini iyi hizmetlerle tanıtmış olan ölüleri o ulusun yurdunu, şerefini ve tarihini yaratmış olan aziz kahramanlarıdır" demektedir.

Düşünür Guizot da ölülere saygısını şöyle anlatmaktadır; "Ölülere saygı duymak, doğal ve evrensel bir duygudur."

O halde ölüm her şeyi temizliyorsa iyi-kötü ayırım yapmadan ölünün arkasından konuşmak-yazmak en azından etik değildir. Elbette ki toplumların iyi veya kahraman kabul ettikleri insanların ölülerine ayrı bir saygı göstermeleri, onlara vedada bulunmaları, onları anmaları, ölüm yıldönümlerinde törenler yapması çok doğal ve toplumdan beklenmelidir.

Bu nedenle Bekir Coşkun ve benzerleri gibi kamuoyuna mal olmuş insanların arkasından tek tük de olsa olur olmaz yazılanları açıkça kınıyorum.

Ayrıca ölünün yakınlarını; annesini, babasını, kardeşlerini, sevenlerini düşünelim. Bu kişiler belki de ölülerinin sağken yaptıklarına karşıydılar. Bu insanlar anneler, babalar, kardeşler kendisini savunmaktan yoksun ölmüş yakınlarını ölünün arkasından savunma zorunda veya zan altında bırakılmamalıdır.

Korona virüsü günlerinde de insanlar yakınlarını, sevdiklerini, topluma ve hatta insanlığa hizmet veren kahramanlarının ölümlerine üzüldükleri kadar, cenaze merasimlerine katılamadıkları için ayrıca üzülmektedirler. Çünkü o merasime katılmak, ölüye karşı son görevlerini yapmak, helalleşmek insanlara teselli vermekte ve acıya katlanma sabrını güçlendirmektedir.

HALK KİMLERİ SEVER

Kısa bir zaman aralığında üç ölüm olayı ile yakından ilgilendim. Üçü de hemşerimdi. Üçü de basın mensubuydu. En son yitirdiğimiz Bekir Coşkun, öncesinde Hüseyin Kırcalı ve İbrahim Tolu.

BEKİR COŞKUN: Elbette ki kalemlerin efendisiydi. İncelikler ve mizah dolu yazıları ile düşüncelerini şiirsel bir dille yazardı. Yalnız toplumdaki sosyal ve siyasal olayları değil diğer yazarlardan farklı olarak insanı, doğayı bu kapsamda hayvanları, ormanları, denizleri, köpekleri, kedileri, kuşları, kaplumbağaları leylekleri, çiçekleri, otları, dağı, taşı yazardı. Boş zamanlarında kemanıyla dertleşir, keseriyle ağaçları oya gibi işlerdi. Kuşkusuz vatanseverdi, Yaşamı boyunca eğilmedi, bükülmedi, kalemini satmadı. "Benim kalemim hep şefkat, merhamet, sevgi istedi... Kine, nefrete, merhametsizliğe kızdım..." derdi.

Rahmetli Coşkun'la hemşeri olma dışında bir benzerliğim var o da beş yaşına kadar kekeme olmak. Kekemeliğimin geçmesi için aileme beni bir kuyuya sallamalarını tavsiye etmişler. Şimdi bu tavsiyenin yerine getirilip getirilmediğini anımsamıyorum annem-babam da rahmetli olduğundan, rahmetli Coşkun için de aynı tavsiyenin yapılıp yapılmadığını ve uygulanıp uygulanmadığını merak ediyorum.

HÜSEYİN KIRCALI: Objektifin efendisiydi. Dünyanın sayılı foto muhabirleri arasındaydı ve 46 yıl Milliyet gazetesinde görev yaptı. Üniversite yıllarımda bir süre İstanbul/Fatih-Sofular Mahallesinde aynı binada farklı katlarda olduk. Hüseyin Kırcalı'nın vefatı, basın ve spor camiasında büyük üzüntü yarattı. Urfa lisesinin tam karşısında küçük bir dükkânı vardı ve bayramlarda biz geçit resmindeyken fotoğraflarımızı çekmek için nasıl koşuştururdu hiç unutamam. 

Coşkun; yazılarında sözcükleri şiir haline getirirken, Kırcalı da ışığı fotoğraflarında bir ressam gibi kullandı. Karelerinde insan, doğa ve eylemi en görkemli şekilde yansıttı. 

fotoğraf endüstrisindeki markalar, Hüseyin Kırcalı bizim makinalarımızla çalışıyor diye gazetelere ilan verir, markalarının reklamlarını yaparlardı. Rahmetli Abdi İpekçi'nin yazılarında O'nun Urfa'dan gelip fotoğraf dalında nasıl bir dünya ustası olduğunu okurdum. Tüm dünyayı dolaştı, tüm dilleri konuştu. Gitmediği olimpiyatlar, dünya şampiyonları, Avrupa kupası kalmadı.

Yıllar sonra rahmetli annemin vefatında mezarlığa gelmişti ve o gün onu son kez görmüştüm.

İBRAHİM TORU: Gönüllerin efendisi. 2 Mayıs 1976 yılında 11 çocuklu bir ailenin ikinci çocuğu olarak Şanlıurfa'nın Eyyübiye ilçesinde doğmuş. Rahmetli babası küçük bir mahalle kahvesi çalıştırıyormuş. Ben kendisiyle hiç tanışmadım. Küçük yaşlarda ayakkabı boyacılığı yaparak birçok işte çalışan Toru, 1992 yılında abisi ve amcasıyla birlikte şehir merkezinde bir pasajda dükkân açarak, 16 yaşında iş hayatına başlamış.

1993 yılında amcasının vefat etmesi üzerine abisi ile ticaret hayatına devam eden Toru, Dubai'ye giderek oradan getirmiş olduğu oyuncaklarla oyuncak sektörüne girmiş. Kısa sürede sermayesini büyüten Toru, 2008 yılında Şanlıurfa'dan uydu yayını yapan Kanal Urfa TV'yi kurmuş. Sonra milletvekili adayı olmuş ama seçilememiş.

Halkın içinde, halkla yoğrulmuş. Babasının kahvesinin önünde ayakkabı boyacılığı yapan çocuklarla, mahalleliyle, komşuları ve arkadaşları ile gönül gönüle yaşamış.

TV'de izledim. Şanlıurfa valisi dahil korona virüse karşın yüzlerce insan taziyesine katıldı.

Bu halkın içinden çıkan, umutlarının peşinden koşan başarıya ulaşan bu üç insanın en büyük başarıları halkın sevgisini kazanmış olmaktı. Halkını sevenleri halk da sever ve unutmaz.

Bazı insanlar eller, omuzlar üzerinde taşınırlar toprağa, ama bazı insanlar gönülden gönüle.

Işıklar için de olsunlar ve yıldızlar yağsın üzerlerine.

 

 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları