Hangi İstanbul
İstanbul, öyle bir kent ki, ne şiirlere sığar ne de ölümsüz aşklara…
Aslında şairlerin sözleri ve dizeleri, bu kentte yaşanmış tüm ölümsüz aşkların iz düşümleridir.
Sabahattin Ali
Köprüde Sabah ile
Buruşuk bir deriyi andırır titreyen su,
İner merdivenlerden ilk vapurun yolcusu,
Uyandırır ihtiyar köprüyü bir tramvay…
Cahit Sıtkı Tarancı
Bir Saadet ile
Ne bir kelime konuştuk,
Ne işaret çektik birbirimize,
Fakat gerçektir seviştiğimiz
Vapur kalkıncaya dek,
Göz göze gelmekle sade.
Bir saadet gibi hatırlıyorum,
Yasemin kokusu ondan,
Teneffüsü benden,
Bir yaz akşamı,
Kandilli iskelesinde.
Turgut Uyar
Bitmemiş Şiirler ile
Kapalıçarşı'da, bir kuyumcu dükkanında
Sol eline bir yüzük takmıştım.
Senin entarin basmaydı.
Benim elbisem pamuklu
Yüzüklerimiz sekiz ayardı…
Dizeleriyle anlatır bugünün toplu taşımacılığında, camlardan dışardaki betonlaşmayı hiçte hüzünlenmeyen, iki damla gözyaşını dökmeyen gözlerle "topluca" izlediğimiz İstanbul için.
Gıdasız, havasız ve aşksız kalmış İstanbul'un kalan günlerinde belki de bizlere kalan Boğaz'ın serin sularında kalan üç, beş hayale dalmak.
İstanbul'un eski semtleri, kentsel dönüşümün rüzgarında savrulurken bu kentin tarihinin yapraklarındaki alacağı hüzünlü sayfalara, beton yığını molozlarla doldurup, bol asfaltlı, iki üç ağaçlı yeşil alanlarda nefes almaya çalışıyoruz ve bir zamanlar bol balık çeşitli, bugünün "müsilajlı" Marmara Denizi'ni seyrederek.
*
Hangi İstanbul'u hak ediyoruz?
Dünün canım İstanbul'unu mu yoksa bugünün müsilajı bol, yeşili az ve betonu çok İstanbul'unu mu?
Her iki dönemide içinde yaşadığı insanların istekleri belirledi.
Dünü eski İstanbul'un beyefendi ve hanımefendileri, bugünü ise betonsever, üç kağıtçı, kendisinden başkasını düşünmeyen, betonlaşmış aşklarının olmayan nağmelerinde kaybolmuş ruhlarını aramaktan bile aciz, pespaye varlıkları…