Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Harun A. Altuntaş

Harun A. Altuntaş

Yazar

Devrim otomobili nasıl taklaya geldi?

Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa'nın makam aracı zatül harekede öldürülmüsiyle gözden düşen otomobil İkinci Meşrutiyet'in sağladığı geniş yelpazeli hürriyete boyun eyecekti. otomobiller  Avrupa'da oldukça popüler olmuş bu vasıta özellikle İstanbul gayrimüslimlerinin ve zengin bazı yerli tüccarların fazlasıyla dikkatini çekiyordu. Otomobilin hürriyetine kavuşması sonrası öncelikle yabancı ülkelernin sefirleri (elçileri), ardından gayrimüslimler ve otomobile meraklı Türkler de bu aracı edinmeye başladı.

Nitekim ilk trafik kazasına İtalyan Sefiri'nin şöforü 1912 yılında karışmış ve bir Osmanlı vatandaşının ölümüne neden olmuştu. Kazanın sonunda İtalyan Sefiri'nin şöforü, ancak ölen şahsın ailesine yüklü bir tazminat karşılığında serbest bırakılmıştı.

Meşrutiyet öncesinde de hatta Abdülhamid'in katı yasaklarına rağmen de bu vasıta tam anlamıyla engellenememişti. Fakat hürriyetin gelmesiyle beraber bir anda otomobil hayatın parçası haline geldi.

Devlet kademesinde öncelikle Nazırlara (bakanlara) bu araç tahsis edildi. "Nazır oldun mu, zatül hareken (otomobilin) hazır" sözü de bu dönemde popüler olmuştu.

Refik Halit, bu durumu "Deli" isimli eserinde şöyle anlatacaktı:

Nazır oldun mu otomobilli oldun demekti, bu yüzden nazır olmaya heves edenler çoktu ki bu yolda kimi muradına erdi kimi ise idam sehpasına çıktı veya zindana girdi.

Daha ortaya çıktığı ilk günden itibaren zatül hareke, uğruna büyük paralar harcanan ve sık sık arızalanan vasıtalardı. Ayrıca İstanbul sokakları zatül hareke için hiç de uygun değildi. Ayrıca, ilk trafik ışıkları ve kuralları 1950 yılı sonrası otomobillerin yaygınlaşmasıyla İstanbul ve Ankara'ya ancak gelmişti.

Araç sahibi olmak cumhuriyetin kuruluşunda da büyük bir lükstü; hatta İsmet İnönü'nün Başbakanlık yaptığı süreçte karısının toplu taşıma araçlarını kullanması ve arabasının olmaması basına da yansımıştı. İsmet İnönü toplu taşıma araçlarını kullanan eşinin araç sahibi olmasına güvenlik kaygısıyla karşı çıkıyor ve "kaza olur" diyordu.

Araba sahibi olmak ilk günden beri prestij meselesiydi. Tüm yasaklar engellemelere rağmen İstanbul sokakları dünyadaki otomobil gelişimini yakından takip ediyordu.

Fransa'nın Panhard, De lahey, Renault, Delonay Belleville, Delage; Hollanda'nın Minerva; İtalya'nın Fiat marka arabaları İstanbul sokaklarında boy göstermeye başlamıştı.

Aradan yıllar geçti, Türk insanının araba sevdası bir türlü dinmek bilmedi. 27 Mayıs 1960 yılında emir komuta zincirinin dışında gerçekleşen askeri darbe, bol bol Amerikan otoları ithal eden Demokrat Parti iktidarının sonunu getirmişti. İktidara gelen cunta rejimi halk desteğini kazanabilmek için yüzde yüz yerli ve milli olacak bir otomobilin yapımını başlattı.

En iyi Türk mühendislerinden oluşan bir ekip; 4,5 ay gibi kısa bir sürede her şeyi ile yürüyen 'Devrem' adındaki otomobili üretmeyi başardı. Fakat açılış töreninde aracın benzininin bitmesi bu başarıyı gölgeledi.

Sonraları büyük otomobil firmaları, çok ciddi lobi faaliyetleri ile yerli ve milli otomobil üretimini durdurmayı başardı. Bu yüzden yerli ve milli otomobil üretme hayalimiz, 60'larda sona ermiş oldu.

Bütün bunları niçin anlattım dersiniz? Biliyorsunuz bugünlerde bir elektrikli araç üretme çabası içindeyiz. İnşallah bu aracın başına da bir suikast gelmez!...

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları