Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Harun A. Altuntaş

Harun A. Altuntaş

Yazar

Bulgar Çarı kılıcını iade etti

Askerlik hayatının son ve en şerefli vazifesine tayin olunduğu zaman, Şükrü Paşa'ya verilen yazılı emirde, Edirne'nin muhtemel bir kuşatma halinde yalnız kırk gün müdafaa edilmesi kendisinden isteniyordu.

Oysa o, hükümetlerinin her türlü desteğine nail olmuş vaziyette ve refah içindeki Bulgar ve Sırp ordularının saldırılarına 5 ay 5 gün mukavemet edecekti. Süpürge tohumundan yapılmış ekmek, at eti, kurbağadan başka yiyecek bir şey yokken, düşmanın teslim tekliflerini reddedecekti.

Yokluk ve sefaletin kol gezdiği, cephanenin bittiği o günlerde Şükrü Paşa'nın hâl ve tavırları herkese cesaret kaynağı oldu. Cephede can pazarı olmasına rağmen o tebliğler yayımlayarak halka moral verdi. Savaşın en çetin anında; "Düşman hatlarımızı geçtikten sonra ölürsem, kendimi şehit kabul etmiyorum. Beni mezara koymayın. Etimi itler ve kuşlar çeke çeke yesinler. Fakat müdafaa hattımız bozulmadan şehit olursam, kefenim, lifim ve sabunum çantamdadır. Beni bu mahalde gömeceksiniz ve gelen nesiller üzerime bir âbide dikeceklerdir" diyerek son karakolun bekçisi gibi en güzel tavrını ortaya koyuyordu. İmkânsızlıklar içinde hiç şikâyet etmeden sadece görevini yapan Şükrü Paşa'nın söylediği bu sözler, yiğitliğin âdeta tarifi oldu. Etrafında kenetlenen askerlerin her biri bu inançla düşmana mukavemet edince, Edirne Müdafaası tarihe altın harflerle yazıldı. Bu kahramanlığa düşman bile hayranlığını gizleyemedi.

Şükrü Paşa'nın Edirne'de imkânsızlıklar içinde yapmış olduğu savunma, o dönem âdeta bir ümit adacığı teşkil etti. Çünkü savaşın ilk günlerinden itibaren bütün cephelerden bozgun haberleri gelirken, teslim olmayan, bozguna uğramayan sadece Edirne vardı. Bu direniş milletin mücadele azminin canlı kalmasını sağladı, imkânsızlıklar içinde de bir şeylerin yapılabileceğini gösterdi. Ancak her türlü imdat ve yardım ümidinin kalmaması üzerine Selimiye Camisi gibi ata yadigarı şaheserlerin yok olmasını önlemek kaygısıyla teslim olmaya ikna olacaktı.

Şükrü Paşa'nın Edirne'deki kurmayı Kazım (Karabekir) Paşa, Remzi (Yiğitgüden) Paşa ve Fuat (Berlin Başkonsolosu) beylerdi.

26 Mart 1913 sabahı Bulgar Komutanlığı'na bir subay göndererek kalenin teslim teklifini yapan Şükrü Paşa'yı aynı günün öğle vakti, Bulgar Komutanı General İvanof saygı ile karşıladı. Kuralar gereği, kılıcı sıradan bir biçimde teslim alınmış ise de, Edirne'ye gelen Bulgar Çarı Ferdinand askeri merasimle kılıcı şanlı sahibine iade edecekti.

Şükrü Paşa'nın Edirne savunması hakkında bütün Avrupa basınında övücü pek çok yazılar ve resimler yayınlandı. Bunun yanı sıra eğitim gördüğü Almanya gibi askeri hayatını yakından izlemiş ülkelerde, anıtları dikildi.

Tüm Dünyada, Edirne Müdafii Şükrü Paşa'ya hayranlık ve saygı gösterileri yapılırken, diğer taraftan İttihadcılık ve İtilafçılık çekişmeleriyle bölünüp parçalanmış imparatorlukta haset ve şahsi kıskançlıkların alabildiğine artması neticesinde, 6 aylık itibarlı, Bulgar yaverli, otomobil tahsisli bir Sofya esareti sonunda, Türkiye'ye dönen ünlü askere yapılan muamele ise şu olacaktı: "Paşa, halk seni linç edecek" uydurması ile huduttan itibaren perdeleri inik bir vagonla ve Sirkeci garından Şişli'deki evine kadar da, kapalı faytonla getirilmek zorunda bırakılacaktı.

Edirne Müdafii Şükrü Paşa Sofya'daki serbest esaret hayatının her gününü matematik ve mesleki topçuluk problemleri çözmekle geçirerek avunmuş ve bunları bir kitap halinde o zamanın Veliahdı sonraki çar Prens Boris'e hediye etmiş, o da bunları Sofya Askeri Müzesi'ne bağışlamıştı.

İstanbul'daki geri kalan yaşamında da ömrünü Alman Kalis Kütüphanesi'nde ve evindeki mütevazı kütüphanesinde geçiren emekli asker, son darbeyi de, kendi telif eserleriyle, senelerden beri topladığı kıymetli kitaplarının  emaneten durmakta olduğu bir akraba evinin büyük Aksaray yangınında yanmasıyla, yiyecekti.

Şükrü Paşa Edirne savunmasında sürdüğü bedeni sefalet hayatı neticesinde yakalandığı müzmin bir siyatik hastalığının tedavisi için gittiği Bursa kaplıcalarında zatürreye yakalanmış ve İstanbul'a dönüşünde 5 Haziran 1916 tarihinde evinde vefat etmişti.

Ölünceye kadar küskün ve ruhen ızdıraplar içinde yaşayan Şükrü Paşa'nın, kadir ve kıymeti ölünce anlaşıldığından, Türkiye'nin Birinci Dünya Savaşı'ndaki müttefikleri Alman, Avusturya ve Bulgar kıtalarının da iştirakiyle büyük bir kalabalığın yollara taştığı millî cenaze töreni yapılmış, naaşı, zamanın Padişahı Sultan Beşinci Mehmet Reşat tarafından yaptırılan Mevlâna Kapı'da, Merkez Efendi Mezarlığındaki mütevazi kabrine defnedilmişti.

Balkan Savaşları'nda Edirne'yi üç ay kahramanca savunduğu için tarihe Edirne Müdafii olarak geçen Şükrüpaşa'nın Anıtı  27 Temmuz 1998'de açılacaktı. Mevlana Kapı'da Merkez Efendi Mezarlığı'ndaki naaşı açılıştan üç gün önce 24 Temmuz 1998'de alınarak buradaki anıt mezara konuldu. Şükrü Paşa Anıtı'nın yapımına 5 Haziran 1989 tarihinde başlanmıştı. Anıt 1600 m2'lik bir alanı kaplamaktadır. Şükrü Paşa'yı rahmetle anıyorum.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları