Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Hüsameddin Acar

Hüsameddin Acar

Yazar

Bana rahat bir döşek serince yerin altı... -2-

Dünden devam ediyoruz...

Ancak ne çare ki, yaşandı bunlar...

Benden bir istekte bulundu:

"İstanbul'daki bir huzurevinde yatmak istiyorum. Hem o zaman size, gazetelere ve hayatımın büyük bir kısmının geçtiği İstanbul'a kavuşurum! Yardımcı olur musun?"

Önce orada kalmasının, iklim açısından daha iyi olacağını söyledim. Ancak kararlıydı, İstanbul'a gelmek istiyordu.

İlgili kurumlarla onlarca telefondan sonra bunu başardım. Kartal'daki  bir huzurevine naklini gerçekleştirdik.

19 yıllık basında çalışmışlığı vardı. Ankara'da Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü'nü aradım, adına dilekçe yazdım ve Sürekli Basın Kartı almasını da sağladık. Çok mutlu oldu Ahmet Ertan Anıl; morali düzeldi. Ancak günün en az 20 saatinde oksijen aletine mahkûmdu artık. Alet kazara 1 saat arızalansa, ölebilirdi!

Arada bir izin günümde Kartal'daki bu Huzur Evi'ne gidiyordum. Uzun uzun konuşup, eski gazetecilikten bahsederdik. Hevesliydi, bunca badireye rağmen gazetecilik heyecanı tükenmemişti.

TSYD ve Cemiyet'ten biraz nakit yardımı ile borçlarını sıfırladık.

Bu arada o zamanki Basın İlan Kurumu Genel Müdürü sevgili Mehmet Atalay'ın büyük yardımlarını yazmazsam ayıp olur.

Biraz toparlanınca kendisine lap-top aldı. Dünyayı, basını buradan takip ediyordu. Tek dileği, üyelikten çıkarıldığı Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'ne yeniden üye olabilmekti. Nedense dilekçesi Balotaj Kurulu'ndan döndü. Bayağı üzüldü:

"Ne yaptım da beni üyelikten çıkardılar?" diye ağlıyordu.

Bu olaydan bir hafta sonra sağ kolu felç oldu. Laptopunu kullanamayınca iade etti.

Birkaç gün sonra da kalbi ve ciğerleri çok sıkıştırmaya başlamıştı onu; yoğun bakıma kaldırmışlar. 15 gün orada baygın yatmış, durumu oldukça kritikmiş ancak yine bir sabahın güneşiyle birlikte gözlerini açmış Ahmet Ertan. Ayılınca da, "Durumun ağır, bir yakının yok mu?" diye sormuşlar.

O da, "Önce Allah, sonra da Hüsameddin Acar" deyip, telefonumu vermiş de, öyle haberim oldu.

İşte o Ahmet Ertan Anıl, son 20 yılın yarısını sokaklarda, soğuk banklarda, sarhoşlarla, tinercilerle, hırlısıyla, hırsızıyla, kedi ve köpeklerle koyun koyuna geçirdi.

Kimsesiz kaldırımlar, sessiz caddeler, soğuk ve uzun geceler ve ölümüne sessizlikler arkadaşı olmuştu... Başını koyacak bir kuru yastık bile bulamadan... Tam bir çileli ömürdü onunki...

Eşofman istedi, götürdüm...

Sonra telefonuyla, "Canım çok su böreği çekti" diye mesaj geçti; cevaben, "Haftalık izin günümde getiririm" diye yazmıştım.

Tekrar huzur evine dönmüştü. Çilesini çekmeye orada devam ediyordu. Bu defa kaldığı odadan bir mesaj daha geçti:

"Yaşamak zehir, zıkkım!  Oksijen cihazını tamire gönderdik. 135 lira tamir parası istiyorlar. Seni üzdüğümü biliyorum. Allah katında şahidim ol istedim. Tek çarem buydu. Tedavim geçmez, acılarım bitmez, bu hayat böyle devam etmez! Ölüm takdir-i İlahi. Benim için çok şey yaptın. Hakkını helal et ve Allah'a emanet ol!"

"Eyvah!" dedim içimden; veda mesajı gibiydi yazılanlar!

Meğer aynı gece, adeta intihar edercesine, kendisine ait olan solunum cihazını tamire gönderince komaya girmiş ve acilen tekrar hastaneye kaldırmışlar.

Hastanenin yoğun bakım ünitesinden aradılar:

"Ahmet Ertan Anıl'ı kaybettik. Sizlere ömür!"

Çok üzüldüm. Demek ki, bazı şeyleri hiç ertelemeyeceksin. Bunu öğrendim. Benden su böreği istemişti; götüremedim!

En azından bu çilekeş meslektaşımızla son bir kez olsun sohbet etmek isterdim.

Ağrıları, sancıları, ağlamaları, sıkıntıları bitti Ahmet Ertan'ın. Laptopunu fazla kullanamadı, iade etti. Kalemi güçlüydü... Üslubu okuturdu...

Düşünce zenginliği, söyleyecek, anlatacak çok sözü vardı.

Bitti... Suslandı bütün bunlar...

Bir ikindi namazı sonrası kimsesizler mezarlığına bitkin bir beden düştü... Yorgundu, yüzünde yılların çilesi, sırtında artık çekemediği ve giderek ağırlaşan yaşamın yükü vardı; hemen oracıkta derin bir uykuya dalıverdi.

Allah taksiratını affetsin...

***

Üstat Necip Fazıl'ın "Kaldırımlar" şiiri onu ne de güzel anlatıyordu. Tamamına yerim yetmez, ancak birkaç kıtasını takdim edeyim:

"Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;

Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!

Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;

Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları...

                Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;

                Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.

                Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,

                Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi...

Görsem pencerelerde soyunan bir karaltı,

Varsın, bugün bir acı duymasın gözyaşımdan;

BANA RAHAT BİR DÖŞEK SERİNCE YERİN ALTI;

Bilirim, kalkmayacak, bir yar gibi başımdan..."

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları